Ana Sayfa
Arama
İletişim
Alzheimer ve Demans
Yaşlı Bakımında Püf Noktalar
ATASÖZLERİ ARŞİVİ
ÇİÇEKLERİN DİLİ
Evde Bakım Hasta bakımı, Evde hasta bakımı Resimleri
EVDE HASTA BAKIMI
HASTA VE YAŞLI HİZMETLERİ GÜNLÜK BAKIM
Hastalık Bilğiler
İlaç Ve Hastalık Sözlüğü
İNMELİ HASTALARDA
Kişisel Hijyen ve Hasta Bakımı
ÖNEMLİ GÜN VE HAFTALAR
SAĞLIK BİLGİLERİ
SAĞLIK BİLGİLERİ SÖZLÜK
Sağlik Bilgilerim
ŞİFALI BİTKİLER
TEYZENİN ANI
Tıp ve Sağlık Sözlüğü
Yaşlı Bakım Uzmanlığı
Yaşlılıkta Beslenme
Yaşlılıkta Genel Bakım
Yaşlılıkta Uyku Bozukluğu
DÜNYANIN 7 HARİKASI
TÜRKİYENİN 10 HARİKASI
Dini Bilgiler
 

EVDE HASTA BAKIMI


İLETİŞİM

 

“Karşınızdaki insanı dinlemek ona gerçekten verdiğiniz değerin ve gösterdiğiniz saygının bir ölçütüdür. Sizin ne söylediğinizden çok karşınızdakinin ne anladığı önemlidir.“

İÇERİK PLANI

  • İletişim süreci
  • İletişim türleri
    • Sözlü İletişim
    • Sözsüz İletişim
  • İletişimde Ben – Sen Dili
  • Etkili İletişim Teknikleri
  • İletişimi Engelleyen Durumlar

İLETİŞİM SÜRECİ

Evrensel bir deneyim olan iletişimin, insan yaşamında yer almadığı bir an hemen hemen yoktur. İnsan yalnızken bile kendisiyle iletişim halindedir. İnsan hayatında iletişim, yaşamın çok erken evresinde hatta doğum öncesi evrede başlar. Doğum öncesi evrede anneyle bebek arasındaki etkileşim sırasında çeşitli duyguların iletildiği bilinmektedir.

İletişimin çeşitli tanımları vardır. En anlamlı olanı “iletişim, bir kişinin diğerlerini etkilediği tüm süreçleri kapsar” şeklindendir. Diğeri ise “iletişim, fikirlerin, duyguların, düşüncelerin, niyetlerin ve gereksinimlerin insanlar arasında karşılıklı olarak iletildiği süreçtir”. Başka bir deyişle ise, “iletişim, kişi ya da kişilerin karşılıklı bilgi, duygu ve düşüncelerini paylaşma süreci” olarak tanımlanmaktadır.

Birey, karşısındaki kişi veya gruba anlatmak (iletmek) istediği mesaj (ileti) her neyse (bir duygu, bilgi, niyet, düşünce vb.) bunu en iyi anlatacak söz ve hareketleri seçer. Mesaj, karşıdaki kişi tarafından istenen anlamda yorumlanmış ve anlaşılmışsa, bu kişiler arasında iletişim vardır denir. Mesaj istenenden farklı anlaşılmışsa aralarında iletişim yoktur denir. Her karşılıklı konuşma, diyalog olmadığı gibi her diyalog da iletişim olmamaktadır. Bazen kişiler karşılıklı konuştukları halde her biri kendi zihnindekileri anlatmakta, karşısındakinin ne dediği veya ne demek istediğiyle pek ilgilenmemektedir.

İçeriği ne olursa olsun, bir sorunu çözmek için insanların düşünce alışverişinde bulunmaları, bir başka deyişle iletişim kurmaları gerekmektedir. Uygarca konuşma ve tartışma becerilerinin geliştirilemediği toplumlarda, bir sorunu çözmek amacıyla başlatılan etkileşim, kısa sürede sürtüşme ve çatışmaya dönüşmektedir. Toplumsal sorunların demokratik çözümü için karşılıklı iki yönlü iletişim gereklidir.

İletişim Sürecinin Ögeleri ve Anlamların Paylaşılması

İletişim sürecinde mesajların alınmasında ve taşınmasında görme, işitme, tat, koklama, dokunma gibi duyusal algılar kullanılır. İletişimin dört ögesi vardır;

  • Gönderen (kaynak), mesajını oluşturur
  • Mesaj (ileti), gönderilirken kullanılan sözlü veya sözsüz yöntemler
  • Alan (alıcı) kişinin yorumu
  • Karşılaşılabilecek engeller

    Eğer mesaj doğru oluşturulmuş, doğru yola iletilmiş ve doğru yorumlanmışsa, alan kişinin algısıyla gönderen kişinin mesajı aynı olacaktır. Bu durumda gönderen ve alan arasında iletişim var demektir. İletişimin olup olmadığı, bu iki kişi arasındaki geri bildirim´le anlaşılır.

    Alıcı tarafından anlaşılmayan mesaj “gürültü”dür. Mesajın mutlaka alıcı tarafından anlaşılması sağlanmalıdır.

    Mesajı gönderen kişi, mesajın anlaşılır olduğuna özen göstermenin yanında mevcut bilgileri iyi bir anlatımla mesaja dönüştürmelidir. Örneğin;
    Anladın mı, yerine aktarabildim mi?
    Anladınız mı yerine anlatabildim mi?

Sorgulayıcı şekildeki iletim, alıcı tarafından tepkiyle karşılanıp geri bildirim yapılma olasılığı yüksektir.

İletişim sadece konuşma değildir. Aynı zamanda;

  • Ne söyleyeceğimizi bilmek
  • Bunu ne zaman söylemenin daha uygun olacağına,
  • Nerede söylemenin doğru olduğuna karar vermek,
  • En iyi nasıl söyleneceği konusunda fikir yürütmek,
  • Olayları basite indirgeyerek sunabilmek,
  • Akıcı bir dille ve karşınızdaki kişiyle göz teması kurarak konuşabilmek,
  • Dikkati yoğunlaştırabilmek ve karşınızdaki kişinin verilen mesajı anlayıp anlamadığını kontrol edebilmektir.

İLETİŞİM TÜRLERİ

İnsan, duygularını, düşüncelerini, gereksinimlerini sözlü (verbal) ve sözsüz (nonverbal) olmak üzere iki temel yolla iletmeye çalışmaktadır.

SÖZLÜ İLETİŞİM; kişilerin yazdıkları ve konuştukları sözcüklerle olmaktadır. İçerik düzeyini aktarmada kullanılmakta ve dilbilgisi yapısına göre oluşturulmaktadır.

Konuşmada kullanılan sözcükler konuşmacı ya da dinleyici tarafından anlaşılmazsa iletişim engellenir ve iletilen mesaj, amaçlanan kişiye ulaşamaz.

Olumlu sözlü iletişim kurma yolları

  • Çok fazla ve çok hızlı konuşmaktan kaçınmak gerekmektedir.
  • Sen dili yerine ben dili kullanılmalıdır.
  • Karşıdaki kişinin kişiliğini kabul ederek, yargılayıcı ve eleştirici olmamak gerekmektedir. Kimsenin karşısındaki kişiyi değiştirmeye hakkı yoktur.
  • Karşıdaki kişiye seçim hakkı tanınmalıdır. Sadece kendi doğrularınızı dayatmamalısınız.
  • Hatası ne olursa olsun karşıdaki kişiyi utandırmadan iletişim kurulmalıdır.
  • Karşıdaki kişi iyi dinlenmelidir. İyi bir dinleyici olmak, söylenenleri anlamak için en iyi yoldur. Dinledikten sonra ne anladığınızı ifade etmek yanlış anlamaları önlemeye yarımcı olacaktır.
  • Karşıdaki kişiye doğru bilgi verilmeli ve dürüst olunmalıdır.
  • Karşıdaki kişinin olumlu özelliklerinin farkında olunmalı ve bu konuda övgü tarzında geri bildirim verilmelidir.
“Kötü söz duyanları hep düşman eder,
Ederse insanı söz sultan eder;
Ne yumruktan ne kılıçtan iz kalır,
İnsan ölür, arkasından söz kalır.”
Kutadgu Billig

SÖZSÜZ İLETİŞİM ise; ses tonu, bedenini duruşu, yüz ifadesi, mimikler, ağlama, gülme dans etme, kişilerin kıyafetleri, kullandığı takılar gibi özellikleri içermektedir. Her türlü beden hareketi ve beden dili ile yapılan iletişimdir. Duyguların aktarılmasında kullanılmaktadır. Sözel iletişime göre daha etkilidir.

“İletişim, karşımızdaki insanla aynı dansı yapabilme becerisi ise, sözsüz iletişimde karşımızdaki insanın attığı dans figürlerine dikkat etmemiz gerekecektir.”

Olumlu sözsüz iletişim kurma yolları:

  • Göz ilişkisi: İnsanların yüzüne bakarak konuşmak karşınızdakini anladığınız, dikkatle dinlediğiniz, fikirlerine saygı duyduğunuz anlamını taşımaktadır.
  • Yüz ifadesi: Yüzümüz çevremize olan ilgimizi yansıtmaktadır. Donuk ve ifadesiz görünmekten kaçının.
  • Baş hareketleri: Karşınızdakinin söylediklerini onaylamasanız bile onu dinlerken başınızı aşağı yukarı hareket ettirerek onu anladığınızı hissettirmek, o kişiye anlaşıldığı duygusunu hissettirmektedir.
  • Jestler: Açık ve anlaşılır jestlerin kullanılması, iletişimi daha anlamlı hale getirmektedir. Çok aşırıya kaçmadan jestlerinizi kullanın.
  • Pozisyon: Ayaktaysanız dik durun, oturuyorsanız sandalye ya da koltuğu tam doldurun. Biriyle konuşurken öne eğilin ve ilginizi gösterin.
  • Yakınlık: İnsanlara onları rahatsız etmeyecek, mümkün olan en yakın mesafede durmaya çalışın. “Sizi kendime daha yakın buluyorum” mesajını o kişiye uyguladığınız mekanla, yalın ve dolaysız olarak ifade edebilirsiniz.
  • Yönelme: Her zaman konuştuğunuz kişiye dönük durun. İkiden fazla kişiyle bir arada iseniz merkezinizi kapatmayın. Üçüncü kişiye yönelmeniz diğer kişiyi soyutlamanız anlamına gelmektedir.
  • Bedensel temas: İnsanları tedirgin etmeden mümkün olan her durumda onlara dokunun.
  • Dış görünüm: Toplumsal normlara ve sosyal statünüze uygun davranın. Saç, sakal ve el bakımınıza özen gösterin. Kıyafetleriniz sizin hakkınızda bilgi vermektedir.
  • Konuşma şekli: Çok hızlı ya da yüksek ses tonuyla konuşmayın. Bir topluluk içinde dinlenebileceğiz kadar konuşmaya özen gösterin.

BEN – SEN DİLİ

Ben dili, kişinin o anda, karşılaştığı durum ya da davranış karşısında, kişisel tepkisini duygu ve düşüncelerle açıklayan bir ifade tarzıdır. Ben mesajları bizim gerçek düşünce ve duygularımızla, özümüzle ilgili iletilerdir. Başkaları hakkında değerlendirme ve yorumlarımızı değil, bizim duygu ve yaşantılarımızı açıklamaktadır. Ben diliyle konuşmak duygu ve düşünceleri anında ilettiği için kişiyi rahatlatır, bireyin de beklentileri, hakları ve duyguları olduğunu iletmektedir.

Ben dilinin üç ögesi bulunmaktadır;

  1. Durumun tanımlanması
  2. Etkileyen yönü
  3. Duygu ifadesi

Kendimizi ifade ederken ben dilini kullanmalı ve mesajımızda bu üç ögenin yer almasına dikkat etmeliyiz.

Örneğin; eve geç kalan kızına annesi,

“Bir daha arkadaşlarla buluşmak yok, nerede kaldın bu saate kadar? Beni deli edeceksiniz” yerine,
“Eve geç kaldığında (durum) başına bir şey geldiğini düşünüyorum (etki), endişeleniyorum (Duygu).

İlk cümledeki gibi gelişen iletişimde kullanılan sen dili mesaj iletimini engelleyecektir. Sen mesajı, sen dilidir. Genellikle de kızgınlık ifadesi için kullanılmaktadır. Sen mesajlarının hiç biri bizim hakkımızda bir şey söylememektedir. Odak noktası hep karşımızdaki kişidir.

Birey, davranış hakkında neler düşündüğünü ya da davranışın kendisini nasıl etkilediği konusunda bir şeyler söylemiş olsaydı, mesaj sen yerine ben mesajı olurdu.

Sen diliyle olumsuz duyguları dile getirmek, eleştirmek ve hoşnutsuzluğu belirtmek, karşı tarafta çok olumsuz duygular ve sonuçlar doğurmaktadır. Kişinin direnmesine, karşı gelmesine, kızmasına ve dolayısıyla söz dinlememesine neden olmaktadır.

Ben dili, direnç ve baş kaldırmayı daha az ortaya çıkarır ve davranışın değişmesinde karşı tarafa sorumluluk verir.

ETKİLİ İLETİŞİM TEKNİKLERİ

Konuşmayı cesaretlendirme

“Devam edin, sizi dinliyorum” anlamına gelen kısa sözcüklerle kişinin konuşmayı sürdürmesi sağlanır. Özellikle ilişkinin başlangıç evresinde yararlı olur.

Baş sallama, öne doğru eğilme gibi sözsüz davranışlar da ilgi ve dinleme isteğini belirtir.

Kabullenici davranma

Kabullenme, bireyin yaptıklarını onaylamak veya düşüncelerine katılmak anlamına gelmemektedir. Bireyin hissettiği gibi hissetmeye ve davrandığı gibi davranmaya hakkı olduğunun kabul edilmesi demektir. Ancak, zararlı, uygun olmayan veya rahatsız edici davranışlar kabul edilemez ve sınırlanır.birey duygularından veya düşüncelerinden dolayı yargılanamaz ve cezalandırılamaz, uygun olmayan davranışı bireyle tartışılır ve durdurulur.

Açıklığa kavuşturma

Karşıdaki bireyin söyledikleri net olarak anlaşılmadığında kullanılır. Bireyin sözleri, yoğun duygularla ilgili olduğunda her zaman açık seçik anlaşılamayabilir. Bu durumda “ne demek istediğinizi anlayamadım........... mı söylemek istiyorsunuz?” gibi açıklığa kavuşturucu ifadeler kullanılır ve bireyden ne demek istediğini açıklaması istenir.

Dinleme

“Susma, dayanılması çok güç bir hazır cevaptır.”

Dinleme, söylenenleri işitmekten öte bir şey, anlamı yakalama eylemidir. Dinleyen, söylenenleri kavramıyorsa konuşmanın bir değeri yoktur. Dinleme, bireyin ilgi ve kabulünü sözsüz olarak karşıdakine ilettiği yollardan biridir.

Aktif dinleme: gerçekten ve aktif dinleme zordur. Dinleme pasif bir süreç değildir; karşıdaki birey /alıcı sessiz durmakta, fakat sürekli düşünmekte, gözlemekte, duyduklarının, gördüklerinin anlamını kavramaya çalışmaktadır. Aktif dinleme, karşıdaki bireye saygının ve ilginin de bir belirtisidir ve kişiyi konuşmaya yöneltir. Anlatanın sözünü ettiği olaydan nasıl etkilendiğini, ne gibi duygular yaşadığını anlamaya çalışmak aktif dinlemedir.

Dinlemede başarısızlık: dinlemenin başarısız olduğu durumlar vardır. İnsanlar daha önceden bildikleri şeyleri pek dinlemezler. Mesajın değişmesi dikkatlerini çeker. İnsan duymak istediğini duyar, istemediğini duymaz ve anlamaz. Önyargılar dinlememizi etkiler. Zihnimiz sözcüklere takılınca anlamı yakalamak zor olur. Söylenenleri dinlemek yerine duyduklarımızın bizde oluşturduğu düşünceler ön plana çıkar. Endişe, korku, ağrı da dinlemeyi etkiler. İnsanlar rahat değilse, endişeleri fazlaysa, işittiklerinin anlamını kavrayamazlar.

Etkili dinleme: İyi ve etkili dinleme alışkanlığı kazanmak için;

  • Konuşmayın. Konuşuyorsanız dinlemiyorsunuz demektir.
  • Konuşanı rahatlatın. Kişinin kendini konuşmakta özgür hissetmesine yardımcı olun.
  • Dinlemeye istekli olduğunuzu gösterin.ilgili davranın.
  • Dikkatinizi dağıtacak uyaranları uzaklaştırın.
  • Konuşana empati yapın. Anlatılanlar, anlatan kişinin görüş açısından görmeye ve anlamaya çalışın. Yalnızca söylenenleri değil, söylenenlerin ardında yatan anlamı ve söylenmeyenleri de anlamaya çalışın.
  • Sabırlı olun. Zaman tanıyın. Kişinin konuşmasını kesmeyin. Her an gidecekmiş gibi kapıya yönelmeyin veya yürüyüp uzaklaşmayın.
  • Duygularınıza hakim olun. Öfkeli insanın, başkalarının sözlerini yanlış anlama olasılığı vardır. Önyargılarını tanıyın ve bunların işittiklerinizi etkilemesine izin vermeyin.
  • Tartışmayın, eleştirmeyin. Bunlar kişiyi savunucu yapar. Konuşmaz veya öfkelenebilir. Kazansanız da kaybetseniz de tartışmayın.
  • Soru sorun. Kişiyi cesaretlendirmiş ve dinlediğinizi göstermiş olursunuz. Sonraki noktaya ilerlemesini sağlarsınız.
  • Konuşmayın. Bu ilk ve son yoldur. Konuşuyorsanız etkili dinlemeyi gerçekleştiremezsiniz.

Soru sorma

Karşılıklı ilişkide uygun ve anlamlı soru sorma oldukça önemlidir ve göründüğü kadar kolay değildir. Sorular ardarda sıralanırsa ve aşırı kullanılırsa karşıdaki kişinin yanıtları etki altına alınmış olur. Ayrıca kişi kendini sorguya çekilmiş hissedebilir ve yanıt vermek istemez.

Geri bildirimde bulunma

Geri bildirim, bireye davranışlarının başkaları üzerindeki etkisi hakkında bilgi verir, güven verici ve açık ilişkileri geliştirir. Geri bildirimde bulunurken, kişinin tehdit edilmemesi ve dolayısıyla savunmaya geçmesinin önlenmesi önemlidir. Karşımızdaki kişi ne denli savunucu olursa, geri bildirim o kişiye o kadar az ulaşacaktır.

Yapıcı geri bildirim verebilmek için;

  • Geri bildirimi, karşınızdaki kişinin kişiliğine değil davranışına yoğunlaştırın.
  • Geri bildirimde bulunurken, gözlediğiniz davranışlar neyse onlar üzerinde durun, gözlediklerinizden çıkardığınız anlamlar üzerinde durmayın.
  • Geri bildirimi yargılara değil tanımlara dayandırın.
  • Davranışı tanımlarken “ya hep ya hiç” yerine “aşağı yukarı” yaklaşımını kullanın.
  • Geri bildirimi geçmişteki davranışlar üzerine değil, “şimdi ve burada” olup biten davranışlara yoğunlaştırın.
  • Bilgi ve görüşlerinizi paylaşın, tavsiyelerde bulunmayın.
  • Kişileri etki altına almaya çalışmayın.geri bildirimi uygun zamanda ve yerde verin.
  • Kişinin yapabileceği davranışlar üzerinde durun.
  • Geri bildirimde bulunurken neden söylendiğinin değil, ne söylendiğinin üzerinde durun.

İLETİŞİMİ ENGELLEYEN DURUMLAR

Belirsiz güvenceler verme

“Her şey düzelecek, merak etmeyin”, “her şeyde bir hayır vardır”, “endişelenecek bir şey yok” gibi güvenceler, kişinin endişe duygularını sanki endişe etmesi için yeterli nedeni yokmuş gibi kabul etmek ve gidermeye çalışmaktır.

Onaylama

“Bunu yapmanız çok iyi olmuş”
“Her zaman söz dinliyor ve itiraz etmiyorsun. Senden çok memnunum...”

Bir davranışın onaylanması, bireyin hep bu yönde davranmasını; böyle davranmadığı takdirde onay görmeyeceği mesajını iletir. Kendisi öyle istediği için değil de başkasının onayını kazanmaya çalışan davranışlara zorlanması bireyin bağımsızlığını değil bağımlılığını desteklediği için yararsızdır.

Teselli etme

“Aldırma, boş ver...”
“Düzelir canım bunu dert etme...”
“Bir kahve iç düzelirsin..”

Teselli çoğumuzda toplumsal olarak getirdiğimiz bir davranış kalıbıdır. Temelinde karşımızdaki kişinin acı verici duygularını kabullenmeme, bu yüzden bu duygulara dayanamama vardır. Aslında teselli etmek çok güzel ve yararlıdır, ancak önemli olan teselliyi kişiyi duyduğumuzu belirttikten sonra verebilmektir. Söyledikleri duyulmadan, teselli ediliyormuş hissini yaşayan kişi, kendini anlaşılmamış, dinlenilmemiş, söyledikleri saçma sapan gibi algılanmış hissedebilir. Önemsenmemiş veya tam olarak dinlenilmemiş olmaktan dolayı kızgınlık duyabilir. Genellikle, dinlemeden verilen teselli mesajları, konuşan kişide sorunun küçümsendiği duygusunu yaşatabilir.

Nasihat (Öğüt) verme, ikna ve ısrar etme

“Bu şekilde hareket etmemelisin...”
“Yoruluyorum diye yakınacağına geceleri erken yat....”
“Paylaşmayı bilmezsen yalnız kalırsın tabi....”

Kişilere ne yapmaları, ne yapmamaları gerektiğini söylemektir. Kişiye ne şekilde düşüneceğini, neyi nasıl yapacağı söylendiğinde, o kişi için neyin iyi olduğunu daha iyi biliyor ve bireyi kendini yönetmekten aciz biri olarak görüldüğü yaklaşımı sergilenmiş olur. Nasihat veren kişi, dinleyeni çocuk yerine koymakta, kendi kararlarını verebileceğine güvenmiyor demektir.

Kişiler bazen ani kararlar vermeleri gereken durumlarda başkasının nasihatlarına dayanarak karar verir ve bu sıkıntılı durumdan o an için kurtulurlar. Ancak verdikleri bu kararın sorumluluğunu almaz, öneriyi veren kişiyi sorumlu tutarlar. Öte yandan, başkalarının görüş ve kararlarına bağımlı hale gelir, kendi çözümlerini geliştiremezler. Bu da kişinin bağımsız bir birey olmasını güçleştirir.

Yargılama

“Sen zaten hep kolaya kaçarsın...”
“Şikayetten başka bir şey bilmezsin zaten...”
“Hiçbir fedakarlığa katlanmak istemiyorsun zaten...”
“Bebek gibi davranıyorsun...”

Yargılama, bireyin benliğini veya davranışını iyi, kötü, doğru, yanlış gibi değer yargılarıyla nitelemektir. Kınayan ve yargılayan tutumlar karşısında birey, insanların kendini anlamayacaklarını veya anlamak istemediklerini düşünür, yalnızlığı ve umutsuzluğu artar. Yargılama, toplumumuzda çok sık gözlediğimiz yaygın bir davranış biçimidir. Bu tavrı gösteren kişilerin, çocukluktan itibaren yargılanarak büyüdüklerini söylemek olasıdır.

“Başkalarının çocukları hiç böyle yapıyor mu?”, “sözümü dinlemeyip beni üzdüğünüz için hastalandım” gibi yargılayıcı ifadeler kişiyi suçlamaya, kınamaya, utandırmaya yöneliktir. Yargılama, bir tür saldırganlıktır ve bireyin benliğini hedef aldığı için kişi tüm enerjisini kendini savunmaya harcayacaktır. Bu yüzden değişmesi istenen davranış ortadan kalkmak yerine büsbütün pekişecek ve yerleşecektir. En önemlisi ise kişi yargılanarak büyüyünce o da kendine ve başkalarına karşı yargılayıcı ve cezalandırıcı biçimde davranacaktır.

Teşhis, tanı koyma, tahlil etme

“Aslında sen öyle demek istemiyorsun”, “ben senin aslında neden öyle yaptığını biliyorum”, “aslında senin derdin başka” gibi yaklaşımlarda, dinleyen kişi sanki konuşanın niyetini, söylemek istediklerini çok iyi biliyormuş, onun kafasının içindekileri okuyormuş gibi bir tavır içine girdiğinden, konuşanı savunmaya ittiği gibi, sinirlenmesine, sabırsızlanmasına veya öfkeli cevaplar vermesine neden olabilir. Konuşan kişi kendini yanlış anlaşılmış, yanlış yorumlanmış gibi hissedebileceği için büyük olasılıkla iletişimi keser.

Soru sorma, araştırma, eleştirme

“Neden?... Sen ona ne yaptın?... O sana ne dedi?..”
“Çocuk neden hastalandı?.. İyi giydirmedin mi?..”
“Neden doğru düzgün oynamayı beceremiyorsun?...”

Genellikle soru, inceleme, nedenini arama gibi yaklaşımların içinde önyargı, eleştiri veya zorunlu çözüm bulunur, ayrıca konuşma sorulara cevap vermeye takılarak, yön değiştirip asıl konudan uzaklaşabilir. Sorularla yürüyen iletişimde, genellikle soru soranın nereye varmak istediği konuşan kişi tarafından anlaşılamadığından, konuşan endişeye kapılabilir veya savunmaya geçebilir.
 




YAŞLILIK VE ÖLÜM

yaşlı bir çift

SOSYAL VE PSİKOLOJİK YÖNLERİYLE YAŞLILIK

Hayat bir parça nakış işlemesine benzetilebilir. Hayatın ilk yarısındaki herkes işlemenin ön tarafını görür. İkinci yarısında ise tersini. İkincisi o kadar güzel değildir, ama daha öğreticidir. Çünkü iplerin birbirine nasıl bağlandığını görmemizi sağlar.

Gençliğin bakış açısından bakıldığında hayat sonsuz derecede uzun bir yolculuktur. Yaşlılıktan bakınca çok kısa bir geçmişe benzer. Gemiyle uzaklaştığımızda kıyıdaki nesneler daha küçük, tanınması ve ayırt edilmesi daha zor hale gelir. Aynı şekilde olaylar ve etkinliklerle dolu geçmiş yıllarınızı da tanıyamazsınız.

Hayatının son dönemindeki hiçbir insan, samimiyse ve bütün melekeleri yerindeyse, her şeyi yeniden yaşamak istemez. Bunu yapmaktansa tamamen yok olmayı tercih eder.

Dünyada birçok ülkede yaşlı nüfusun çoğalması giderek hızlanmıştır. İki bin yılında 60 yaşın üstündeki insan sayısı altı yüz milyona ulaşmıştır. Türkiye genç bir nüfusa sahip olmasına rağmen yaşlı nüfusu da hızla artmaktadır. Türkiye´de toplam 3,5 milyon yaşlı insan vardır. Çalışmalar, 2025 yılında ülke nüfusunun %9.7´sinin 65 yaş ve yukarısında olacağını göstermektedir. Yaşlı sayısının hızla artmasına rağmen Türkiye´de hali hazırda 127 huzurevinde 11258 yatak kapasitesi bulunmaktadır. Yani huzurevleri artan ihtiyacı karşılayamamaktadır. Bu nedenle yakınlarıyla oturamayan yaşlılar kendi evlerinde, yalnız yaşamlarını sürdürmek durumundadırlar.

Dünya Sağlık Teşkilatı´nın 1963 yılında yaşlıların sağlık sorunları konusunda düzenlediği seminerde yaşlanma kronolojik olarak üçe ayrılmıştır (Hobson, 1970):

  • Orta yaşlılar (45-59 yaş)
  • Yaşlılar (60-74 yaş)
  • Kocamışlar (75 + yaş)

Yaşlılık dönemi 65 yaş ve üzeri olarak kabul edilir.

Yaşlılık Göstergeleri

Yaşlılık kaçınılmaz ve geri dönülmez bir süreçtir. Tüm canlılar ; yaşamlarının sonuna doğru kocarlar ve ömürlerini tamamlarlar. Yaşlanma sadece insanoğluna özgü bir olay değildir. Çağımızda yaşam sürecinin bir parçası olarak görülen yaşlanma insan türünde zamana bağlı değişimleri içine alır. İnsan organizmasının yaşam döngüsünün herhangi bir organizma gibi doğumla başlayıp ölümle son bulması doğanın evrensel bir olgusudur.

Algılamada yaşlanmayla birlikte bir azalma, yaratıcı yeteneklerde bir azalma, dikkatsizlik, daha yavaş düşünme hızı görülebilir. Buna karşın yaşam deneyimleri ile birey zenginleşmiş olduğundan, iyi bir değerlendirme ve zengin konuşma dili ise kazançlarıdır. Öğrenme yeteneğindeki azalmaya, hareketlerindeki yavaşlama da eşlik edebilir. Yaşlılarda daha önce edinilen bilgiler sağlam kalır ve yeni öğrenilen bilgiler çabuk unutulur.

Zihinsel değişikliklere paralel olarak, kişilikte de değişiklikler oluşabilir. Yeni durumlara uyum sağlayabilme, yeni düşünceleri kabul etmede güçlük yaşayabilir. Çevreye karşı daha az ilgili, kendi bedenine ve kendine karşı daha ilgili olup, ilişkilerde daha derin ve seçici olabilirler. Yeniliklerden ürkebilirler ve eski yaşamlarını özleyerek genç nesille aralarındaki uzaklık artamaya başlayabilir.

Yaşlılıkla birlikte bedende fiziksel yakınmalar da artar. Sağlıklarına aşırı önem verme, her gün bir hastalıktan söz edip, sık sık doktora başvurmalar artabilir. Ayrıca aşırı tutumluluk, kişisel eşyalarına karşı bağımlılık geliştirebilirler.

Yaşlıların yağ dokusu azalmış, cildi buruşmuş, terlemesi azalmıştır. Vücut kılları az ve beyazdır.

Yaşlılık bireyin geçmişini de daha sıklıkla sorguladığı bir dönemdir. Kişi geçmişinde kendisine doyum veren bir hayat yaşamışsa, hedeflerine, isteklerine, ideallerine yaklaşabilmişse, yaşlılığı daha kolay kabullenir. Üretkenlik döneminde yapamadığı etkinliklere katılabilir. Seyahat etmek, okumak, artık daha genişlemiş olan ailesine ve arkadaşlarına zaman ayırmak gibi, yaşamını zenginleştiren şeyler yapabilir.

Yaşlılığı kabullenme her bireyin dinamiklerine göre değişir. Maddi olarak güvencesi olması ya da maddi gücün az olması, ailesi ve dostları içinde sevdiği kişileri kaybetmiş olması, kendini fazlalık olarak hissetmesi, yakınlarına yük olduğunu varsayması yaşlı kişileri etkileyebilir. Huzursuz bir dönem başlayabilir ve yaşlı kişi depresyona girebilir.

Türkiye´nin nüfus ve toplumsal yapı özelliklerinden kaynaklanan nedenlerle yaşlılık henüz ülkemizde yaygın toplumsal sorun düzeyine çıkamamıştır. Bununla birlikte,özellikle büyük kentlerimizde yaşlıya yönelen hizmetlere ihtiyaç duyulması sorun olma yolunda bir eğilimi göstermektedir. Türkiye ´de yaşlı hizmetleri içinde ilk sırayı sosyal güvenlik programları ve sosyal hizmet programları çerçevesinde kurum bakımı (huzurevleri) almaktadır.

Eski Çin kültlerinin devamı olan Taoist felsefede ölümsüzlük, uzun yaşam sanılmaktadır.

Doğu; edebiyatında rubai türünün kurucusu sayıları Ömer Hayyam yaşlılığa bakışının ana dokusu olan duygulan öne çıkarıyor.

“Gençlik dediğin kitap okunmuş artık
Eyyâmı bahar uzaklaşmış kış artık
Bir neşeli kuştu gençlik fakat heyhat
Gelmiş, konmuş, ötüp de uçmuş artık.”

Çok değerli ozanımız Behçet Necatigil daha otuz yaşındayken yazmış olduğu “Nineler” adlı şiirinde yaşlının dramını sergilemektedir.

“Küçüldünüz temelli
Çocuklar kadarsınız
Halinizden belli
Hatıralarla yaşarsınız
Nineler, gece gündüz aklınız
Dünyasını sürmemiş
Oğlunuza gider
Muradına ermemiş
Yavrunuza gider
Mesut yuvanız vardı
Yiğit kocanız vardı
Şunun bunun elinde
Hor tutulursunuz
Ağrınıza gider
Ya çoğunuz inmeli
Ya gözünüz perdeli
Ağır işitir kulağınız

Nineler yazık oldu size
Oğlunuzun, kızınızın
Arkasına kaldınız.

Yaşlılarda beslenme:

Yaşlılar az az ve sık sık beslenir. Günde dengeli olarak beş öğün beslenmeleri gerekir. Yemekleri günlük olarak taze hazırlanır. Çok sıcak yemek servisi yapılmamalıdır. Çiğneme ve sindirme sorunları olabileceğinden kişinin zevki ve isteği de dikkate alınarak iyi pişmiş yemek hazırlanır. Çocuklarda olduğu gibi sebzeler ve meyvelerin vitamin değerleri yüksek olsun diye günlük taze sebze ve meyve sunulmalıdır. Meyve yemede sorun olursa taze sıkılmış suyu bekletilmeden içirilmelidir. Tat alma duyusundaki azalma tuz ve şeker konusunda ısrarlı olmalarına neden olabilir. Bu konuda açıklayıcı ve nazik olunmalıdır.

Yaşlılarda tuvalet:

Yaşlı kişilerin sistemlerinin iyi çalışması için beslenmeye dikkat edildiğinde tuvalet ihtiyacında sorun yaşanmaz. Ancak sık sık idrara çıkma idrar yaparken zorlanma veya idrar kaçırma görülebilir. İdrarın kanlı olup olmadığı kontrol edilmelidir. Her gün idrar ve dışkının yapılıp yapılmadığı bilinmeli ve takip edilmelidir.

Yaşlılarda giyinme:

Yaşlılarda dolaşım hızının düşmesi ve yağ dokunun azalması ile birlikte daha çok üşüme olur. Bu nedenle yaşlılar ince ama birkaç kat giydirilir. Giysilerin temiz ve deriyi tahriş etmemesi için yumuşak olmasına dikkat edilir. Pamuklu ve ince yünlü giysiler tercih edilir.

Yaşlılarda banyo:

Sürekli evde olsalar bile insanlar normal vücut faaliyetlerinden dolayı kirlenirler. Bu nedenle haftada en az iki kez yıkanılmalıdır. Yaşlı kişinin banyosu düşüp kaymasını engelleyecek biçimde düzenlenmelidir. Duvarlarda ve küvette tutunma yerleri bulunmalıdır. Suyun ısısı önceden hazırlanmalı kaynar sudan yanmaya karşı önlem alınmalıdır. Küvet içinde oturma yeri hazırlanmışsa kaygan olmadığı kontrol edilir. Temizlik maddeleri deriyi kurutan cinsten olmamalı veya sonra nemlendiriciler kullanılmalıdır. Saçlar kurutulmadan örtü altına alınmamalıdır. Yardımsız yıkanabilen yaşlılar için her an ihtiyacının olabileceği düşünülerek banyonun dışında ve hazır beklenir.

Yaşlılarda diğer destek işler:

Yaş ilerledikçe yakını görememe başlar. Gözlük kullanan yaşlıların gözlüklerinin boyundan geçecek şekilde tutturulması gerekir. Gözlüklerinin kirlendiğini fark etmeyebilirler. Yaşanan ortamın aydınlatması iyi olmalıdır.

İşitme kaybı oluşmuş ise konuşmalar göz göze gelecek şekilde yavaş ve anlaşılır şekilde yapılmalıdır. Eğer işitme cihazı kullanıyorsa gece çıkarması sağlanmalıdır.

Diş protezi gibi eşyalarının temizliğine dikkat ve özen gösterilmelidir. Diş fırçalamada yardım gereksiniyorsa mutlaka verilmelidir.

Dokunma duyularında azalma olduğundan donma, yanma ve morarmayı fark edemeyebilirler. Bu konulara dikkat etmelidir.

Ayaklarda sürtünmeye bağlı veya tırnak batmasına bağlı yaralar oluşabilir. Kontrolü ve bakımı yapılmalıdır.

İlaç alım saatlerini unutup karıştırabileceklerinden sürekli kullandıkları ilaç bile olsa takibi ve kontrolü yapılmalıdır.

Namaz kılan kişiler saatleri konusunda uyarılmalıdır. Aynı vakit namazı tekrar edebileceklerini dikkate alarak duvara asılabilecek bir işaret kağıdı ile hatırlatma sağlanabilir.

Sürekli kullanılan eşyaları kolay ulaşılabilecek yerde olmalıdır. Telefon ulaşabileceği bir yerde ve önemli numaralar görebileceği büyüklükte yazılı olmalıdır.

Yaşlılar iyi yaptıkları işlerde desteklenmelidir. Sağlığı elverdiği ölçüde her gün dışarı çıkabilmeli yürüyüş için motive edilmelidir. Dışarıda sohbet edeceği arkadaş bulabileceği ortamlar hazırlanabilir. Dışarı çıkarken mutlaka kimliği adresi, gerekli numaralar yanında olmalıdır. Kayıp halinde hemen polise başvurulmalıdır.

Yaşlılarla tartışmaya girilmemelidir.

Ölüm

İnsanların çoğu hayatlarının sonunda geriye dönüp baktıklarında molalarda yaşadıklarını görürler. Takdir etmeden ve zevk almadan yanlarından geçip giden şeyin hayatları olduğunu gördüklerinde şaşırırlar. Ve böylece umutlarla kandırılan insan ölümün kollarına koşar.

Ölümün olduğu yerde ben yokum benim olduğum yerde ölüm yok. o halde neden korkayım.

Sürekli iç içe, karşı karşıya olmamıza rağmen; üzerinde zorunlu kalmadıkça konuşmadığımız bir konudur ölüm. Bu tutumumuzun, mantıklı sayılabilecek açıklamaları vardır. Konu, pek hoşa gitmez ve çoğumuz için iticidir. Öte yandan, sağlıkla iç içe olunca “ölüm” konusuna uzak durmamız söz konusu değildir. Yaşamın kalitesini artırmaya ve süresini uzatmaya yönelik çabalarımızın; ölümü tanımadan, ölümü yok sayarak anlam kazanması ve başarılı olması mümkün değildir.

Ölüm ile yaşam arasındaki bağlantı bu iki kavramın tanımlarında kendini çok iyi sergilemekte; yaşamı tanımlamadan ölüm tanımlanamamaktadır... Ölümü genel anlamıyla “yaşamın olmaması” biçiminde tanımlamak çok pratik bir çözüm gibi görünmesine rağmen, bu tanım yanıltıcı olabilir. Uzayda yaşam olmaması ile uzayın ölü olması aynı değildir. Ölüm, yalnızca yaşamış veya yaşamakta olan varlıklar için söz konusu olabileceğinden, uzayın ölü olduğunu söylemek onun yaşamış olduğunu söylemek olur. Ölümü daima yaşama başvurarak tanımlamak zorunda olmamız, bizi yaşamın tutarlı bir tanımının gerekli olduğu yargısına götürür. Ancak, yaşamın her koşulda doğru ve anlamlı olan bir tanımı yapılamamış ve sınırları belirlenememiştir. Bu nedenle ölümün de ideal bir tanımı yapılamaz. Doğa, yaşam ile ölümü birbirinden ayırma konusunda bizim kadar ısrarcı değildir!

Yaşamı, canlılığı belirleyen öğeler olarak şunlar gösterilebilir:

  • organizasyon,
  • uyarılabilirlik,
  • hareket,
  • büyüme,
  • üreme
  • uyum sağlama.

Ölüme yaklaşan kişi kendisiyle ilgilenilmesini, desteklenilmesini ve yardım edilmesini ister. Ölüm süreci birkaç gün sürebilir. Bu süreçte duygusal ihtiyaçlar belirir. Ölümden korkulabilir. Kişi ailesinin ihtiyaçları ve geleceği ile ilgili kaygı yaşayabilir. Yaşamın bittiğini görünce başarısızlık duygusu yaşanabilir. Kişinin ne hissettiği ile ilgili kendisi ile konuşulursa daha iyi hisseder. Öleceğini anlayan kimse bunu önce kabul etmeyebilir. Bir yanlışlık olduğunu umar. Daha sonra öfkelenir. Yapması gereken bir çok şey varken ölmenin haksızlık olduğunu düşünür. Ölmemek için yollar arar. Bu da bir sonuç vermeyince bunalım yaşayabilir, depresyona girebilir. Daha sonra pazarlık süreci başlar “torunumun ilk yaşını göreyim”, “oğlumun/kızımın hayırlısıyla mürüvvetini göreyim” gibi. En son ise durumunu kabullenir, ölümün çok yakınında olduğunu bilir ve artık onunla yüzleşmeye hazırdır. Bu dönemde kişi son derece yorgun ve bitkin görünebilir, uyumak isteyebilir. Çünkü uykuda yaşanan ölümler daha sessiz ve acısız olmaktadır. Benzer aşamaları hasta kişinin yakınları da yaşayabilir. Şaşkınlık geçirip tepkisiz kalabilirler. Durumu anladıklarında bazen mide bulantısı geçirebilirler. Öfke ve umutsuzluk yaşayabilirler. Uzun süre yatağa bağlı hastaların yakınları ölümü daha doğal karşılayabilir. Cenaze işlemleri gibi dini törenler kişileri rahatlatabilir. Sonra ölenin eksikliğine alışılmaya başlanır.

Ölümü yaklaşan kimsenin iştahı olmaz. Damardan beslense bile ağızdan yudum yudum su verildiğinde kendini iyi hisseder. Yutmada güçlük çekiyorsa beze sarılı bir buz parçasını emebilir. Ağızda balgam birikebilir. Ağız silinir ve gerekirse yan döndürülüp yatırılır. Göz ve burun da temiz tutulmalıdır. Cilt soğuk olduğu halde kişi sıcaktan yakınabilir. Terleyebilir. Hastayı yatakta silmek ve çarşaflarını değiştirmek iyi gelir. İdrarını tutamayanlar için yatak temiz ve kuru tutulmalıdır. Yatış pozisyonu sık sık değiştirilip rahat ettirilmeye çalışılır. Dil gırtlağı tıkamasın diye baş dik ve yan durumda yatırılır. Ölümü yaklaşan kişi huzursuzluk çekebilir. Bu durumda yatak kenarları güvenliğe alınır. Odanın ışıklandırması normal olmalıdır. Yanında normal sesle konuşulur. Duyması istenmeyen bir şey dışarıda konuşulur. Kişi bilinçsiz olsa bile yanında istemeyeceği şeyler konuşulmamalıdır. Hoşa gidecek şeylerden konuşmak hastayı rahatlatır. Ölmekte olan ve çevresindekiler, kalan yaşam süresi konusunda bir diğerinin ne bildiğini tahmin etmeye çalışırlar. Ölmekte olanın ailesi de hastayı incitme korkusuyla suskun kalır veya ne söyleyeceklerini bilemediklerinden ondan kaçar.

Ölümün yaklaştığını gösteren belirtiler:

Hareket gücü yavaş kaybolur. Ayak ve bacaklardan başlar. Mide ve barsağın normal işlevi kaybolur. Hastanın ateşi yüksektir. Kol ve bacakları üşümeye başlar ve buraları nemli hisseder. Cilt morarır. Nabız düzensiz zayıf ve hızlıdır. Hastanın ağrısı azalır. Zihin bulanıklığı görünür. Bilincini kaybedebilir. Çene ve yüz kasları gevşer gözler kısmen açık olabilir. Solunum ve kalp atışları duran kimse normal olarak ölüdür. Hemen bütün ölümlerde görülen tipik bulgular;

  • vücut sıcaklığının düşmesi
  • ölü morluğu ve
  • ölü sertliği dir.

Yasalarda tanımlanan ölüm, solunum ve dolaşımın durmasıdır. Yasal ölüm (vücut ölümü) her zaman biyolojik ölüm ile örtüşmez. Solunum ve dolaşımın yalnızca dışarıdan destekle sürdürülebildiği durumlarda kişi yasal olarak ölüdür. Ölüme karar vermede en güvenilir yöntem , kalbin stetoskopla 4-5 dakika süreyle dinlenmesidir. Bu süre içinde hiçbir kalp sesi duyulmamışsa kişinin ölmüş olduğu kabul edilebilir. Göz ve solunum refleksleri kaybolmuştur. Göz bebekleri önce genişler, sonra -ölü katılığının başlamasıyla- daralır.

Ölümden sonra vücut sıcaklığı ilk on iki saatte saat başına 1 santigrat kadar düşer. Normal koşullarda ceset 18-24 saat içinde bulunduğu ortamın sıcaklığına gelir.

Profesyonel olmayanların henüz ölmemiş bir insanı ölü olarak değerlendirmeleri, sık görülen bir durumdur. Ancak, hekimler de bu konuda yanılabilirler. Buna özellikle suda boğulma, elektrik çarpması, zehirlenmeler ve yenidoğanda oksijensizlik durumlarında rastlanmaktadır. Savaş, salgın hastalık ve kitlesel ölümlere yol açan doğal afet durumlarında da yanlışlıkla ölüm tanısı konulması olasılığı artar. “Yalancı ölüm” olarak adlandırılan böyle durumlar korku öykülerine konu olmuştur. Kısa aralıklarla yinelenen muayeneler bu tür durumlarda doğru tanı konulmasını sağlar. Kişinin canlı olabileceği konusunda en ufak bir olasılık bile varsa, canlandırma çabaları sürdürülmelidir.

Bakıcının ölmekte olanlara yönelik görevi, onların birer nesne olarak değil, düşünen, anlayan, sosyal konumu ve anıları olan “bireyler” olarak ölebilmelerini sağlamaktır. Bu, insanı yaşatmaya çalışmaktan daha az kutsal değildir.

Çoğu insan, düşünmektense ölmeyi yeğler.
Bertrand Russell
Ölmekten korkuyor değilim;
ölürken orada olmak istemiyorum, o kadar... Woody Allen
Dizleri üstünde yaşamaktansa,
ayakları üstünde ölmek yeğdir.
Emiliano Zapata
Hiçbir şey için ölmeyecek biri,
yaşamayı hak etmemiştir.
Martin Luther King, Jr.
Yaşam güzeldir. Ölüm huzur doludur.
Zor olan, birinden ötekine geçmek...
Isaac Asimov
Otuzunda ölüp altmışında gömülmek?
Bilinmiyor

Müslümanlarda ölümü karşılama ve yapılacaklar

Hasta can çekişirken ona yardımcı olmak yakınları için bir görev ve sevap bir ameldir. Bu yüzden onun yanında kelime-i şehadet getirmek ve söylemesine yardımcı olmak sünnettir. Çünkü Allah elçisi şöyle buyurmuştur: “Ölülerinize; ‘Lâ ilahe illallah’ı telkin ediniz. Çünkü ölüm halinde onu söyleyen bir mümini bu kelime Cehennem´den kurtarır”.

“Son sözü La ilahe illallah olan kimse Cennet´e girer” (Müslim, Cenâiz, 1, 2; Ebû Davud, Cenaiz, 16).

Hastanın yanında şehadet getirilir ki, o da hatırlayıp şehadet getirsin. Yoksa ısrarla, sen de yap denilmez. Zira o anda zor bir durumdadır. Ona yeni bir zorluk çıkarmamalıdır. Bir defa da söylese yeterli olur. Bu telkini hastanın sevdiği birisi yapmalıdır. Amaç, hastada isteksizlik uyandırmamaktır.

Kişi vefat edince ağzı kapatılır, bir bez ile çenesi başından bağlanır. Gözleri yumulur. Eller yanlarına getirilir. Bunu yaparken de şu dua okunabilir:

“Bismillahi ve ala milleti rasülih. Allahümme yessir aleyhi emrahu ve sehhil aleyhi ma ba´dehü ve es´idhu bi likaike vec´al ma harace ileyhi hayran mimma harace anhu”. Anlamı: “Allah´ın ismiyle ve Resulullah´ın milleti (dini) üzerinde olsun. Allah´ım, onun işini kolaylaştır, bundan sonrasını ona kolay eyle, onu seni görmekle mutlu eyle. Dünyadan kendisi için çıkanı, kendisinin çıktığı şeylerden hayırlı eyle”.

Sonra ölünün üstüne bir örtü çekilir. Öldükten sonra yıkanıncaya kadar yanında Kur´an okumak mekruhtur. Öldüğü iyice anlaşılınca hemen yıkanır.




 

YATAK YARASI

YATAK YARASININ ÖNLENMESİ İÇİN YAPILMASI GEREKENLER

İnsanoğlu varolduğundan beri vücudunda meydana gelen yaralar ve yaralanmalar ile uğraşmaktadır. Deri ve deri altı yağ dokusu insan vücudunu dış çevreden gelen zararlı etkilerden korur. Fakat birçok nedenden dolayı derinin bu koruyucu etkisi zedelendiğinde bası ülserleri olarakta adlandırdığımız yatak yaralarının açılmasına sebep olmaktadır.

Yatak yaraları hastanede ya da evde, uzun yada kısa sürelerle yatağa bağımlı kalan hastalarda ortaya çıkabilen önemli bir sorundur. Sağlık ekibinin (hekim, hemşire, diyetisyen, fizyoterapist, eczacı, tıbbi mühendis) birlikte çalışmasıyla yatak yaralarının görülme sıklığı azaltılabilir ve iyileşmesi hızlandırılabilir. Yatak yaralarının oluşmaması ve oluşmuş yaraların iyileştirilmesi için verilen bakım, insan gücü, maliyet ve zaman açısından büyük kayıplara neden olmaktadır. Yatak yarasının oluşumunda bir çok faktör etkili olduğundan bunların doğru ve kolay saptanmasını sağlayacak tanı sistemlerine gereksinim vardır. Önleme yöntemleri olmadan yaranın engellenmesi mümkün olmamaktadır.

Yatak Yaraları Nasıl Oluşur?

Yatak yaraları devamlı yatma sonucu vücudun belli yerlerinde fazla basınç ile birlikte derinin beslenmesinin engellenmesi nedeniyle oluşmaktadır. Asıl neden duyarlı dokulara uygulanmış olan basınçtır. Vücut ağırlığını taşıyan noktaların yüzeylerle temas ettiği yerlerde basınç yogunlaşır. Bu ağırlığı taşıyan noktalar genellikle kemik çıkıntılar üzerinde oluşur. Kemik çıkıntılar üzerindeki dokuların basınca direnci yumuşak dokulara oranla daha düşüktür. Bu nedenle bu bölgelerde yatak yarası gelişmesi daha sık olmaktadır.

Yatak yaralarının yaklaşık %95´ i vücudun alt bölgelerinde oluşur. Yatak yaralarının en sık geliştiği bölgeler, sakrum, koksiks, iskial tüberositler ve büyük torakanterler üzerindeki alanlardır. Yatak yaralarının %36´sı sakrumda, %30´ u topuklarda ve %6´ sı da diğer vücut alanlarında gelişmektedir.

Yatak Yaralarının Açılmasını Kolaylaştıran Durumlar

  • Fiziksel durum (fazla kilo, zayıflık),
  • Sedasyon (hareket engellendiği için),
  • Spinal kord yaralanmaları (paralizi),
  • Yaşlılık (hareketlerin ve cilt altı yağ dokusunun azalması, cildin kuruması,cilt elastikiyetinin kaybolması, kan dolaşımının azalması gibi nedenler),
  • Ödem,
  • Yetersiz beslenme (hastanın beslenme özellikleri),
  • İdrar ve dışkı kaçırma (inkontinans),
  • Nem (deriyi tahriş eder ve yaralar; çeşitli çalışmalarda yatak yarası gelişim riskini beş kat arttırdığı saptanmıştır),
  • Sürtünme ve
  • var olan bazı sistemik hastalıklar yatak yaralarının açılmasını kolaylaştırmaktadır.

Yatak Yarasının Görülme Sıklığı

Yatak yaralarının sıklığı hasta grubuna göre değişiklik göstermektedir. Yapılan bir çalışmada yatak yaralarının %10´ u hareketli hastalarda, %53´ü yatağa bağımlı hastalarda ve %57´si tekerlekli sandalye kullananlarda gelişmektedir.

Yatak yaraları hastaneye yatan hastalarda genellikle ilk iki hafta içinde gelişirken, yoğun bakım ünitesine kabul edilen hastalarda ilk 72 saat içinde yatak yarası geliştiği gözlenmiştir.

Yatak Yarasının Oluşumunu Önlemek İçin Bakımdaki Hedefler

Yatak yaralarını önlemeye yönelik olarak öncelikle risklerin tanılanması, basıncın etkilerinin azaltılması, beslenme durumunun belirlenmesi, uzun süren yatak istirahatinden kaçınılması ve deri bütünlüğünün korunması gerekir. Riskli hastalarda ilk önleyici girişim; basınç, sürtünme ve tahriş gücünün etkisini azaltmaktır. Bunun için;

  • Devamlı aynı pozisyonda kalma yatak yarası oluşumunu hızlandıracağı için hastanın pozisyonu gündüz-gece 1-2 saat ara ile (sırtüstü-yan-yüzüstü) değiştirilmelidir (mümkünse daha sık pozisyon değişimi yapılmalı). Her pozisyon değişiminde deri gözlenmeli, masaj yapılmalı ve kaydedilmeli,
  • Hastaya pozisyon verirken sünger veya silikon jel gibi maddelerden yapılmış yastık, şilte, rulo havlu ve çarşaf kullanılmalı,
  • Yatak takımları temiz, kuru ve kırışıksız olmalı
  • Battaniyenin bası yapmaması için yatak çerçeveleri yada ayak destek tahtası kullanılmalı,
  • Hasta belirli aralar ile yataktan sandalyeye alınıp, 30 dakika oturması sağlanmalı,
  • Eğer tekerlekli sandalyeye bağımlı ise, elleri ile destek olarak , sandalye üzerinde kalçalarını 30dk/60 sn süre ile yükseltmeye çalışması sağlanmalı,
  • Hastanın yatağının başkısmının 30 dereceden fazla yükseltildiği durumlarda, aşağıya doğru kayması ve hastaya pozisyon verdirirken, hastanın sakrum ve topuklarına basınçlı güç uygulaması sonucu yatak yarası gelişebilir. Bu nedenle hastanın başı 30 dereceden fazla yükseltilmemeli, topuklar ayak destek tahtası ile desteklenmeli, sürtünme noktalarına (topuk, dirsek) koruyucu pedler kullanılmalı,
  • Sabah - akşam bası bölgelerinin kontrolü yapılmalı,
  • Dolaşımı uyardığı ve hastayı rahatlattığı için basınç bölgelerine , hastanın durumuna göre günde 1 veya 2 kez masaj yapılmalı (yatak yarası oluşmuşsa masaj uygulanmaz)
  • Vücut ılık su ve sabunla yavaşça silinmeli, durulanmalı ve kurulanmalı (alkollü sıvılar, sert sabunlar ve pudralar kullanılmamalı),
  • Deriye nemlendirici ve besleyici bariyer kremler uygullanılmalı,
  • İdrar ve dışkısını tutamayan hastalar sık aralıklarla (30 dk) kontrol edilmeli,
  • Felçli hastalarda her dışkılamadan sonra bu bölge ılık su ve sabunla yıkanmalı, durulanmalı ve kurulanmalı, nemi emen hasta altı pedler kullanılmalı,
  • Yatak çarşafları ve giysiler hastanın derisinin hava almasını sağlayan pamuklu kumaşlardan olmalı, sentetik kumaşlardan olmamalı (ter ve ısıya neden oldukları için)
  • Giysiler çok dikişli olmamalı, düğme terine yapışkan bantlar tercih edilmeli,

Yatak yaralarının oluşumunu önlemede uygulanan girişimlerin yanısıra, araç ve gereçlerde kullanılmalıdır: Bunlar;

  • Pnömatik yatak; içinde sıkıştırılmış hava bulunan yataklardır. 3-5 dakika ara ile şişip boşalırlar,
  • Su yatakları;
  • Clinitron yatağı; bu yatakta polyester bir kılıf içerisinde çok sayıda küçük seramik mikroküreler vardır ve kılıfın içerisine sürekli sıcak hava üflenerek mikrokürelerin hareket halinde olması sağlanır,
  • Yatak çerçeveleri; battaniye ve yatak örtülerinin ağırlığının hasta üzerine yaptığı basıyı önlemek amacıyla kullanılır,
  • Trochantre rulo; vücudun güçsüz veya felçli olan tarafını desteklemek veya hastayı döndürmek amacıyla kullanılır,
  • Simit; uzun yıllar koruyucu olarak kullanılmasına karşın, bugün uygulandığı bölgede dolaşımı engellediği ve yatak yarasının oluşmasına neden olduğu için artık kullanılmamaktadır,
  • Ayak destek tahtası; ayak tabanının öne düşmesini önlemek amacıyla kullanılır,
  • Koyun postu; iyi bir izolasyon gereci olduğundan vücut ısısını normal düzeyde tutar, ter ve nemi emer, post üzerindeki yün kitlesi hasta pozisyon değiştirdiği zaman geri çekilerek sürtünme etkisini en düşük düzeye indirir ve vücut ağırlığını tüm yüzeye eşit olarak dağıtıp kemik çıkıntıları üzerindeki basıyı azaltır,
  • Yumurta küfesi yatağı; hastanın vücut ağırlıgının yatağa eşit dağıtılmasını sağlar,
  • Stryker; hastanın sırtüstü pozisyondan, yüzüstü pozisyona yandan döndürülmesinde kullanılır.

Hastaya, vücut mekaniğine uygun koruyucu yatış pozisyonları uygulanmalıdır; bunlar:

Sırtüstü (supine) Pozisyon:

Bu pozisyonda hastanın vücudu ayakta dik pozisyondaymış gibi durmalıdır. Boyun, bel omurları ile dizlerin altı desteklenmelidir. Kollar yanda olmalı ve elin kavraması için küçük rulolar yerleştirilmelidir. Ayak düşmesini önlemek için ayak tabanı desteklenmelir.

Yüzüstü (prone) Pozisyon:

Uzun süre yatağa bağımlı hastalarda normal vücut şeklini sürdürmek amacıyla kullanılan gevşetici ve dinlendirici bir pozisyondur. Bu pozisyonda baş, boyun ve omuzlar dik, kalçalar gergin durumdadır. Başın altına küçük bir yastık konmalıdır.

Yan (lateral) Pozisyon:

Yan yatış pozisyonu sırtın çıkıntılı noktalarına yapılan basıncı önler. Uzun süre sırtüstü yatan hastayı dinlendirir. Hasta sırayla sağ ve sol yanına çevrilmelidir. Baş ve boyun altına omuz yüksekliğinde yastık veya havlu konulmalıdır. Hastanın altta kalan kolu dirsekten bükülüp el yastığın yanına yüz hizasına yerleştirilmelidir. Altta kalan bacak dizden hafifçe bükülerek yastıkla desteklenmeli ve hastanın kalçası biraz geriye alınmalıdır.

Yarı Oturur (fowler) Pozisyon:

Hastanın beslenmesi, konuşması, ortamı seyretmesi, rahat etmesi yada tedavi amacıyla kullanılan pozisyondur. Hastalar oturur pozisyondayken, yatak yarası oluşumu açısından risk altındadır. Çünkü genellikle hasta yatağın ayak ucuna doğru kaydığından sürtünme olur ve hastanın kalçalarına binen ağırlık nedeniyle sakral bölgede yara açılması kolaylaşır. Bu nedenle hastalar ½ saatten fazla bu pozisyonda bırakılmamalıdır.

Hastanın gereksinimine göre yatak başucu 45-70 derece yükseltilmelidir. Belin ve başın boşta kalmamasına dikkat edilmeli ve desteklenmelidir. Dizler altına küçük havlu-yastık konulmalı ve ayak tahtası kullanılmalıdır.

 

HASTANIN MOBİLİZASYONU

İÇERİK PLANI

  • Vücut mekanikleri
  • Vücut mekaniklerinin ilkeleri
  • Vücut mekaniğinin doğru kullanılması
  • Hastanın hareket ettirilmesi ve taşınması
  • Aktif ve pasif egzersizler
  • Hastayı yan çevirme
  • Hastanın oturtulması ve ayağa kaldırılması
  • Tekerlekli sandalyeye oturtma
  • Yatan hastanın taşınması

VÜCUT MEKANİKLERİ

“Vücut mekanikleri”, geniş bir kavram olup hareket ederken, yük kaldırırken ve eğilirken; ayakta durma, oturma ve yatma pozisyonlarındayken ve günlük yaşamın tüm etkinliklerini yerine getirirken bireyin, kas, iskelet ve sinir sistemlerinin düzenli bir şekilde bir arada çalışması anlamına gelir.

Hasta bakımı sırasında, taşınan yük çok fazla olmasa bile yanlış tekniklerin kullanılması nedeniyle, bakım verenlerin her zaman kas ve eklemlerini incitme olasılıkları vardır. Aynı şekilde hastanın da bakım sırasında incinme olasılığı olduğu unutulmamalıdır.

VÜCUT MEKANİKLERİNİN İLKELERİ

  1. Eklemlerin doğru kullanılması: Kaslarla korunan kemikler eklemlerle ayrılır. İyi bir vücut mekaniğinde, hareket ederken eklemler sınırlı bir hareketin dışına çıkamaz. Kötü bir hareket yapıldığında ise, koruyucu olarak karşı harekette bulunur.
  2. Kasların doğru kullanılması: Kişinin yalnız güçlü kaslara sahip olması yeterli değildir. Aynı zamanda bunların etkin kullanılması gerekmektedir. Kasların tonüsünü korunması da önemlidir. Kasın sürekli olarak kasılması ya da büzülmesi sonucu kontraktür meydana gelir. Kontraktür daha çok eklemlerin kapanmasını sağlayan kaslarda meydana gelir. Örneğin sürekli oturan kişilerin dizlerinde kontraktür meydana gelebilmektedir.

    Uzun süre kullanılmayan bir kas tonüsünü kaybederek küçülür ya da azalır. Daha ileri dönemlerde ise görevini yapamaz ve atrofi gelişir. Oysa kasların kasılması, toplardamarları sıkıştırarak kanın kalbe geri dönüşünü kolaylaştırmaktadır. Karın duvari kasları ise, iç organları yerinde tutmaya yardımcı olurlar. Karın kaslarının fazla zorlanması sonucu yırtıklar meydana gelerek fıtık oluşumuna neden olabilmektedir.

  3. Harekete etki eden fizik kanunlarının kullanılması: Bir cismin hareketinde dengenin sağlanabilmesi için uyulması gereken kurallar şunlardır:
    • Cismin taban yüzeyinin geniş olması ya da taban düzleminin genişletilmesi
    • Ağırlık çizgisinin taban düzlemi içinde bulunması,
    • Ağırlık çizgisinin taban yüzeyine yakın olması gerekir.

Her cismin ağırlık merkezi, kitlesinin toplandığı yere bağlıdır. Bu merkez cismin tabanına yaklaştıkça denge artar. İnsanda ağırlık merkezi, kalça kemiğinin içinde kuyruk sokumu hizasındadır.

Yer çekimine göre hareket etme DOĞRU HAREKET ETME yöntemidir. Örneğin, yerdeki kalın bir ağaç gövdesini kaldırarak taşımak yerine, yuvarlayarak itmek daha az kuvvet gerektirir.

Bir cismin kaldırılmasında vücut mekaniğini doğru kullanmak için, kaldırılacak cismin ağırlık merkezinin, kaldıran kişinin ağırlık merkezine yakın olması gerekmektedir. Böylece iki ağırlık merkezi arasındaki uzaklık kısalır ve cisim daha rahat kaldırılır. Vücut yüzeyinin küçültülerek ağırlığın geniş kaslara verilmesi, taban yüzeyinin genişletilmesi cismin kaldırılmasını kolaylaştırır. Bir cismin hareket ettirilmesinde çekme, itme, yuvarlama hareketleri kaldırmadan daha sağlıklıdır. Çekme hareketinde geniş kaslar kullanılır ve sırtın dik olmasına dikkat edilir. Çünkü sırt kasları ince kaslar olup kolaylıkla incinebilir. Bu hareketler esnasında omurga üzerine daha fazla basınç yüklenmesi de sırt ağrılarına neden olur. O halde cismin hareketi ister kaldırma, ister çekme veya itme şeklinde olsun sırt daima dik tutulmalıdır.

Bir cismin taşınmasında ya da yüksek bir yerden alınmasında ağırlık, her iki kola eşit olarak verilmelidir.

Hasta bakımı verirken vücut mekaniği ilkeleri bilinmek zorundadır. Bu uygulamalar sırasında, gerekli araç gerecin taşınmasının yanı sıra, hastanın kaldırılması ya da çevrilmesi gibi işlevlerde de vücut mekaniği sıklıkla kullanılacaktır. Eğilme, kalkma ya da kaldırma hareketleri sırasında ayak tabanları açılarak, dizler bükülmeli ve bel, sırt, boyun kaslarına ağırlık yüklemeden bütün kuvvet kalça ve bacaklardaki geniş kaslara verilmelidir.

VÜCUT MEKANİĞİNİN DOĞRU KULLANILMASI

  1. Ayakta Durma: Vücut mekaniğine uygun duruş, sağlığı olumlu etkiler; solunum ve dolaşım düzenlidir, kas tonüsü korunur ve enerjiden tasarruf edilir. İyi duruş ve kötü duruşun özellikleri şunlardır;
    İYİ DURUŞ KÖTÜ DURUŞ
    • Baş dik, çene ile aynı doğrultuda
    • Göğüs dik ve kalkık
    • Omuzlar geride
    • Karın düz
    • Sırt normal kıvrımında
    • Ayak parmakları ileride ve ağırlık ayakların dış kenarında
    • Baş öne doğru eğik
    • Göğüs düz veya içe dönük
    • Omuzlar öne doğru kıvrılmış
    • Karın ileriye doğru çıkmış
    • Sırt normal kıvrımını kaybetmiş
    • Ayak parmakları içe veya dışa doğru, ağırlık ayakların iç kenarındadır.
  2. Oturma: Vücut mekaniğine uygun oturuş; baş dik, çene ileride, boyun hafifçe öne kavis yapmış, ayak tabanları yere tamamen temas etmiş durumdadır. Sırt ve bel iskemleye dayanmalıdır, gerekirse desteklenmelidir. Bir başka deyişle oturulan iskemlenin anatomik duruşu sağlayacak şekilde yapılmış olması gerekir.
  3. Yürüme: Vücut mekaniğine uygun şekilde yürüme; baş dik, çene ileri doğru, boyun anatomik pozisyonunda, kollar iki yanda gevşek ve rahat bir şekilde sarkıktır. Ayak parmakları çene ile aynı doğrultuda olup, ağırlık ayakların dış kenarındadır.
  4. Uyuma: Kişinin uyku sırasında kasların tamamen gevşemesini sağlayacak şekilde pozisyon alması gerekir. Alışkanlığa bağlı olmakla birlikte en rahat uyku yüz üstü yatmaktır. Aynı zamanda, yaylı yatak gibi vücudun anatomik şeklini bozmayan yatak türleri tercih edilmelidir.

HASTANIN HAREKET ETTİRİLMESİ VE TAŞINMASI

Hastanın hareket ettirilmesi ve taşınmasında daima vücut mekaniği ilkeleri göz önünde bulundurulmalıdır. Yatak içinde pozisyon değiştirmek, hastanın rahatlığı açısından önemlidir. Hastayı hareket ettirme ve taşıma esnasında şunlara dikkat edilmelidir;

  • Hastanın işbirliği düzeyinin saptanması
  • Hasta yönünden gerekli güvenlik önlemlerinin alınması
  • Mahremiyete saygı gösterilmesi
  • Vücut mekaniği ilkelerine dikkat edilmesi
  • Tekerli sandalye, sedye gibi kullanılacak aracın önceden hazırlanması
  • İşlem bitiminde hastaya uygun pozisyonun verilmesi
  1. Aktif ve pasif egzersizler: Bu hareketler, hastaya kas direncini, eklemlerin fonksiyonun korumak ya da sürdürmek amacıyla yaptırılır. Egzersizlerin tedavi edici önemi kavranarak, hasta hareketsizliğin etkilerinden korunmalıdır. Eklem hareketlerinde;
    • Eklemler desteklenmeli,
    • Tüm hareketler hastayı yormayacak şekilde yavaş ve düzgün yapılmalı,
    • Eklem zorlanmamalı ve ağrı olduğunda egzersize son verilmelidir.
  2. Hastayı yan çevirme: Hastayı sağ ya da sol yana çevrilmesi için aşağıdaki işlemler yapılmalıdır;
    • Hastaya yapılacak işlemler hakkında bilgi verilir.
    • Karyola kenarlıkları yüksekse indirilir, başının altından yastığı alınır.
    • Sırt üstü pozisyona getirilir.
    • Hastanın kolları dirseklerden bükülerek, sağ / sol kol üste gelecek şekilde göğüs üzerinde çaprazlanır. Sağ / sol ayak diğeri üzerine yerleştirilir.
    • Hastayı çeviren kişi, vücut mekaniğine uygun olarak pozisyon alır (yüz hastaya dönük, bacaklar açık, bir ayak önde ve dizler kıvrık)
    • Bir kolu hastanın omuzları altına yerleştirilerek uzak taraftaki omuz başı tutulur.
    • Diğer kol hastanın kalçaları altından geçirilerek uzak taraftaki kalça çıkıntısı kavranır.
    • Hastayı kaldıran kişi yataktan dizleriyle destek alarak hastayı kendine doğru çeker ve yana çevirir.
    • Gerekli vücut bölümleri uygun araçlarla desteklenir.
    • Güvenlik önlemleri alınır.
  3. Hastanın Oturtulması ve ayağa kaldırılması: Hasta mümkün olduğunca erke ayağa kaldırılarak yürütülmelidir.
    • Hastaya bilgi verilir, yatak yüksekse indirilir.
    • Hastanın koltuk altından tutularak, onun da hastayı kaldıran kişinin omuzlarından destek alması sağlanır, yavaşça kaldırılarak oturtulur.
    • Baş dönmesi, bulantı olursa bir süre beklenir.
    • Hastanın bacakları yataktan sarkıtılarak terlikleri giydirilir.
    • Hastayı kaldıran kişi bir kolu ile hastayı koltuk altından, diğeri ile ön kolundan tutarak, yavaş yavaş ve dikkatle hastayı kaldırır.
    • Hastaya başını dik tutması, önüne bakmaması ve karşıya bakması söylenir.
    • Hasta yürütülür, yorgunluk belirtileri izlenir ve fazla yormadan yatağına götürülür.
    • Bir süre oturması gerekiyorsa hasta koltuğa oturtulur, gerekli vücut bölümleri desteklenir ve üşümemesi için üzeri örtülür.
  4. Tekerlikli Sandalyeye Oturtma: Hasta yatağından kaldırılır ve tekerlikli sandalyeye alınır, ancak hasta kaldırılmadan önce:
    • Tekerlekli sandalye yatağın yakınına getirilir.
    • Frenleri sabitleştirilerek hareket etmesi önlenir.
    • Tekerlekli sandalyenin ayakları dışa doğru açılır, hasta oturtulduktan sonra ayaklıklar düzeltilir, hastanın ayakları, ayaklıklara yerleştirlir.
    • Üşümemesi için üzeri örtülür.
  5. Hastanın taşınması: hastanın yatağından bir başka yatağa ya da sedyeye taşınması genellikle 2-3 kişi tarafından gerçekleştirilir. Uyulması gereken kurallar şunlardır;
    • Sedye yatağın ayak ucuna dik gelecek şekilde yerleştirilir, üç kişi taşımada taşıyıcılar boy sırasına göre yatağın kenarında yüzleri hastaya dönük olarak durur.
    • Hastanın kolları göğsü üzerinde çaprazlanır.
    • Baş taraftaki kişi bir kolunu hastanın başını destekleyecek şekilde boynu altından geçirerek omuz başını kavrar, diğer kolunu belinin altından geçirir.
    • Ortada duran kişi bir kolunu, birincinin kolunun yanına, diğerini hastanın kalçalarının altına yerleştirir.
    • Üçüncü kişi de, ikinci kişinin kolunun yanından ve ayak bileklerinden hastayı destekler.
    • Üçü birlikte aynı anda hastayı yataktan kaldırarak sedyeye yerleştirilir.

Hastanın taşınması esnasında erkeklerde göğüs ve omuz, kadınlarda kalça gibi ağırlığın yoğunlaştığı bölgeler iyi desteklenmelidir.

 

BASİT TIBBİ UYGULAMALAR TAKİBİ

 

TRAKEOSTOMİ VE SONDA TAKİBİ

Trakeostomi yaşam kurtarıcı bir tıbbi uygulamadır. Genellikle nefes almayı etkileyen durumlarda, kanser hastalığında cerrahi yöntemle ve temiz ortam şartlarında yapılan bir işlemdir. Trakeostomi, gırtlakta dışarı doğru açılan ve gözle görülebilen bir deliktir. Bu delik temiz bir tıbbi malzemeyle kapatılır. Doğru bakım ve izlem yapılmazsa mikroplar üreyebilir ve enfeksiyon gelişebilir. Bu durumda hastanın durumu tehlikeye girebilir. Hava yolu açıklığını sürdürmek için yapılan bu işlemin bakımı ve takibi son derece önemlidir.

Trakeostomili bir hastanın bakımı ve takibi genellikle hastanede hemşire ve doktorlar tarafından yapılır. Ancak hasta trakeostomi ile eve taburcu edilebilir. Bu durumda bakımını ve takibini eğitim almış kişiler gerçekleştirir.

Trakeostomili hastanın bakımı ve izleminde; trakeostominin çevresi hergün temiz steril gazlı bezle ve batikon, betadin gibi antiseptik solusyonlarla temizlenmelidir. Bu solusyonları kullanmadan önce kuru steril (mikropsuz) bir gazlı bezle silme işlemi yapılmalıdır. Trakeostominin çevresinde akıntı, kızarıklık, ateş yükselmesi varsa doktoru ya da hemşiresine haber verilmelidir.

Hasta dışarı çıkacaksa kirli hava bu boşuktan girerek enfeksiyona neden olabilir. Bu durumda temiz bir gazlı bezle kapatılmalıdır. Bu hastalar bazı durumlarda ses telleride zarar gördüğü için konuşamayabilirler. Bu nedenle bu hastalarla iletişim kurmak önemlidir. İletişimde yazarak yada el işaretleriyle iletişim kurulabilir.

Trakeostomili hastalarda boğaz akıntısı fazla olabilir ve bunların temizlenmesi gerekebilir. Bu işlem normal şartlarda hekim ve hemşiresi tarafından yapılır. Ancak ev şartlarında eğitimli kişiler tarafından da yapılmaktadır. Bu işlem aspiratör cihazı adı verilen bir alet yardımıyla yapılmaktadır. Bu cihazın kullanımı ve hastaya uygulanışı açısında eğitim almış olmak gerekmektedir.

Sonda işlemi daha çok idrar problemi olan ve büyük ameliyat geçirmiş hastalarda ne kadar sıvı alıp ne kadar attığını anlamak için yapılan bir uygulamadır. Normalde hastanede temiz mikropsuz koşullarda hemşire ya da doktorlar tarafından yapılır. Sondanın sonuna idrarın toplandığı idrar torbası yerleştirilir. İdrar bu torbada toplanarak takibi buradan gerçekleştirilir.

Sondalı bir hastanın bakımı çok önemlidir. Doğru bir bakım yapılmazsa enfeksiyon gelişebilir. Sondanın bakımında eldiven kullanılarak hergün batikon veya betadin adı verilen antiseptik solusyonla perine bölgesi yani idrarın girdiği alan silinmelidir. Bu temizlik yapılırken anüs gibi mikroplu yerden öne doğru kesinlikle silinmemelidir. Sadece sondanın girdiği bölüm ve idrar torbasının takıldığı kısım mikropsuz gazlı bezlerle silinmelidir.

Bazen doktor sonda takibi isteyebilir. Bu takipler 24 saatlik olabilir. Böyle bir takipte kesinlikle idrar boşaltılmamalı, istenilen sürenin sonunda boşaltılmalı ve ayrı bir kapta saklanmalıdır. İdrar takibi bize hastanın durumu hakkında güvenilir onuç verdiği için takibi çok önemlidir.

Bilinci yerinde olmayan ve yaşlı hastalar sondayı çıkarmak isteyebilir, bu durumda dikkatli olunmalıdır. Sonda çıkmaması için belli miktarda sıvı ile şişirildiği için ani olarak çıkarılması durumunda kanama ve yırtıklara neden olabilir.

Normalde idrar açık sarı renktedir ve mikrop bulunmaz. Enfeksiyon durumunda idrarın rengi koyulaşabilir ve içinde kalıntılar görülebilir. Ayrıca sondadan idrardan başka istenmeyen bir durum olarak bilinen kan gelebilir. Eğer idrarın rengi koyu ve kanlı ise mutlaka hekim ya da hemşireye haber verilmelidir. İdrarı dökerken mutlaka eldiven kullanmalıyız.

STOMALI HASTANIN TAKİBİ

Stoma, bağırsağın karın duvarına ağızlaştırılarak delik açılması işlemidir. Bu işlem daha çok kanserli hastalarda ve barsağın dinlendirilmesi gereken durumlarda uygulanır. Kalıcı veya geçici olarak bu işlem yapılabilir. Geçici stomada barsak bir süre dinlendirildikten sonra ameliyatla kapatılabilir.

Stomalı hastaların karınlarında açılan deliğin üzerinde dışkılarının toplandığı bir torba bulunur. Hastalar dışkılarını bu torbaya yaparlar. Bu torbanın bakımı ve değişimi çok önemlidir. Torbanın değişim işlemi hemşire ve doktorlar tarafından yapılmaktadır. Normalde bu torbaların üçte ikisi dolduğunda boşaltılması gerekir.

Torbalara gelen dışıkın kıvamının ve renginin izlenmesi önemlidir. Dışkının kıvamı yapılan cerrahi işleme göre değişir. Kalın barsakla ilgiliyse gelen dışkı katı, koyu renkli ve kokuludur. Bu koku hastayı rahatsız eder ve kendini sosyal ortamlarda görmek istemez. Kokuyu önlemek için temizliği ve torbanın değişiminin yapılması gerekmektedir. Hastanın beslenmesinde koku yapıcı lahana, sarımsak, soğan, pırasa gibi gıdaları vermemek gerekir. Bu besinler hastada gaz şikayeti de yapmaktadır. Dolayısıyla gaz ve koku yapıcı gıdalar vermekten kaçınmalıyız. Stoma ince barsakla ilgiliyse gelen dışkı sıvı, açık renkli ve kıvamlı değildir. Bu dışkıda enzimler denen maddeler de olduğu için cildi tahriş edebilir. Bu durumda çok daha dikkatli olmalıyız.

Stomalı hastalarda enfeksiyon çok önemlidir. Torbanın karın derisine değdiği yerler hergün antiseptik solusyonlarla silinmelidir. Ciltte kızarıklık, akıntı, şişlik, ateş yükselmesi olduğunda doktor ya da hemşiresine haber verilmelidir.

Stomalı hastalar kendilerini diğer insanlardan soyutlarlar ve psikolojileri bozuktur. Bu nedenle bu hastalarla iletişim kurmak ve onları dinlemek çok önemlidir. Bu durumun sağlığı için olması gerektiği anlatılır, hasta yalnız bırakılmaz ve yanında olduğumuzu hissettirmemiz gerekir.

SERUM TAKİBİ

Hastaların çoğunda tedavi amaçlı serum takılır. Serum hastaların sıvı ve elektrolit adı verilen yararlı maddelerin kaybını yerine koymak için verilir. Değişik türde serumalr vardır. Bunlardan en fazla kullanılan izotonik solusyonlardır.

Serum takılan hastalarda, takılan sıvının içinde partikül olup olmadığı, renk değişimi ve bulanıklık ya da kabarcıklar bulunup bulunmadığının izlenmesi gerekir. Serm takma işi hemşirenin görevidir. Hasta bakıcılar ancak eğitim aldıktan sonra sadece takibini yaparlar. Serumun gidip gitmediğine bakılması gerekir.

Hastanın kolunda anjio cut denilen bir malzeme aracılığıyla serum gibi sıvılar takılır. Anjiocuttan kan gelip gelmediğinin izlenmesi gerekir. Eğer kan geliyorsa doktor ya da hemşireye haber verilmelidir. Hastanın damar dışına çıkmaması için yapışkanlı bantlarla tespit edilir. Bu bantların hergün ya da kirlendiğinde değişmesi gereklidir. Serum takılan yerlerde kızarıklık, şişlik, ağrı var ise değiştirilmesi gerekir. Mikroplar vücuda açık olan her yerden girerler. Bu nedenle antiseptik solusyonla anjiocutın girdiği yer temiz steril gazlı bezlerle silinmelidir.

Doktor hastanın serumunun belirli damla sayısında gitmesini isteyebilir. Bu nedenle bu durumu sağlayan makinalar kullanılır. Bu makinalarda serumun saatte kaç damla gideceği gösterilmektedir. Gitmediği ya da istenmeyen durumlarda makina alarm vermektedir. Gerekli uygulamaları yapabilmek için alarm durumları hakkında eğitim alınması gerekir. Dillat eilmesi gereken durum istenilen damla sayısında gidip gitmediğidir. Bu hastaların serumunu açık olup olmadığıdır. Açık olmasına eğer kapalıysa açılmasına dikkat edilmesi gerekir. Serum setinde hava olup olmadığına bakılması çok önemldiri. Sette hava varsa mutlaka hemşiresine haber verilemsi gerekir. Biten serum şişeleri tıbbi atık olarak sayıldığından kırmızı poşette diğer tıbbi atıkların içine atılmalıdır.

SICAK – SOĞUK UYGULAMA

Sıcak- soğuk uygulamalar tedavi amaçla kullanılır ve doktor istemine göre yapılırlar. Deri, sıcak- soğuğa karşı tepki gösteren kan damarları, lenf damarları ve sinirlerden zengin bir özelliktedir. Derinin yüzey ısısı yaklaşık 34 derecedir ve sıcak-soğuk algılayıcılar ısı değişimine karşı hassastır. Deriye 15-45 derece dışındaki maddelerin teması rahatsız edici değildir. Vücudun sıcak- soğuğa karşı dayanıklılığı yaşa, yeni doğana, bebeklere ve yaşlılara göre değişmektedir. Bu gruptakiler ısı değişikliklerine daha hassastırlar.

Sıcak Uygulamalar;

Tedavi amaçlı kullanılırlar, 15-30 dakika uygulanması durumunda kan dolaşımını hızlandırarak hücrelerin yenilenmesini sağlar ve zararlı atıkların atılmasını kolaylaştırır. Ancak uygulama süresi 30 dakikayı geçerse dokulara zarar verir ve kan damarlarında genişleme yerine daralmaya yol açarak istenmeyen bir durum ortaya çıkar. Bu nedenle uygulamanın süresi ve ısısı çok önemlidir. Sıcak uygulamalar, ağrıyı geçirmek, kas gerginliğini azaltmak, yorgunluğu gidermek, yara varsa iyileştirmeyi hızlandırmak, barsak hareketlerini arttırmak ve vücut ısısını yükseltmek için kullanılır. Anck sıcak uygulama baş ağrısı olduğunda, karında gerginlik olduğunda ve kanserli hastalarda uygulanmamalıdır. Sıcak uygulamalardan en sık kullanılan yöntemler kompresler, oturma banyosu ve lokal/ genel banyolardır. Kompresle yapılan sıcak uygulamalar deri enfeksiyonlarında, vücut ısısı düşmüş olan hastalarda uygulanır. Küçük alana uygulanan kompresler gaz bezi, pet, havlu, keçe gibi emici, ısıyı tutan ve hafif malzemelerden yapılır. Tüm vücuda yapılan uygulamalarda daha büyük kompresler ve çarşaflar kullanılır. Kullanılan solusyonun ısısının dayanılabilecek sıcaklıkta yaklaşık 40.5 derece olması derekir. Daha yüksek ısıyı uygulamak için doktorun kontrolü gereklidir. Sıcak uygulamalarda temiz bir ortam olması ve ellerin yıkanması gerekmektedir. Eğer hastada yara varsa mutlaka mikropsuz gazlı bezlerle ve eldivenle bu uygulamayı yapmak önem tşımaktadır. Uygulanan bölgeye ısının geçişini yavaşlatıp deriyi korumak için özellikle cildi hassas olanlarda bölgeye vazelin gibi yumuşatıcılar sürülebilir. Hasta uygulama öncesi ve sonrasında soğuktan korunmalıdır. Oturma banyosu bazı deri, hemoroid (basur) gibi anal hastalıkların tedavisinde kullanılır. Genelde suyun ısısı 38- 46 derece arasındadır ve yaklaşık 15-30 dakika uygulanır. Bu işlemin özel banyo küvetinde yapılması tercih edilir. Küvet çamaşır suyu gibi dezenfektanlarla temizlenip hastanın kaymaması için önlemler alınmalı, hiç bir şey yoksa zemine havlu konulmalıdır. Evlerde bu işlem temiz küvetlerde uygulanabilir. İşlem öncesinde hastaya gerekli açıklamalar yapılmalı ve hasta banyoda üşütülmemelidir. Sıcak uygulamalar arasında termofor uygulanabilir. Hastanede ve evlerde kullanılan termoforlar lastikten yapılmıştır. Suyun ısısı 46- 54.5 derece arasında hazırlanır, termoforun dış yüzündeki ısı ise yaklaşık 40 derecedir. Çocuk, yaşlı ve hassas deriye sahip olan hastalarda ısı alt sınırlarda tutulmalıdır. Termoforun üçte ikisi su ile doldurulmalı ve ısı kaybını önlemek için içinde hava bırakılmalıdır. Bu nedenle doldurma işi düzgün zeminde yapılmalı, termoforun ağız kısmında su görülünce kapağı sıkı kapatılmalıdır. Dikkatsiz uygulanmasında yanıklar görülebilmektedir. Elektrikli battaniyeler ve ısı lambaları da sıcak uygulamalar arasında sayılmaktadır. Elektrikli battaniyeler istenen ısının ayarlanması, hafif olması ve vücudun şeklini alabilmesi yönünden kullanımı kolaydır. Su geçirmeyen türleri tercih edilmeli, kullanırken delmemeye ve ıslatmamaya özen gösterilmelidir. Isı lambaları özel veya normal lambalarla bölgesel olarak uygulanır. Isı yaklaşık 3 milimetre derinliğe kadar etki eder. Uygulanan alan temiz ve kuru tutulmalı, hastaya rahat bir pozisyon verilmelidir. Bu işlem hasta dayanabiliyorsa yaklaşık 15-30 dakika sürdürlmelidir. Hasta ilk 5 dakika içinde rahatsızlık, kızarıklık açısından kontrol edilmeli ve lambaya dokunmaması gerektiği işlem öncesinde açıklanmalıdır.

Soğuk Uygulamalar;

Tedavi amaçlı soğuk uygulamaların 15-30 dakika uygulanması, kan dolaşımını yavaşlatır. Ancak aşırı soğukta uzun süre kalınması hücrelerde ölüme neden olmaktadır. Soğuk uygulama, ağrıyı azaltmak, kanamayı durudurmak, şişmeyi önlemek ve vücut ısısını düşürmek amacıyla uygulanmaktadır. Soğuk uygulamalar yaş ve kuru şekilde vücudun belirli bir alanına veya tümüne uygulanarak etki sağlar. Soğuk yaş uygulamalar genellikle kompres, alkol/ sünger banyosu, lokal/ genel banyolar olarak uygulanır. Kompresle yapılan soğuk yaş uygulamalar, genellikle baş ağrısı, yüksek ateşte ve burkulmalarda uygulanır. Kompresler temiz bir kaptaki musluk suyuna daldırılıp iyice sıkıldıktan sonra ısısını kaybetmeden bölge üzerine yerleştirilir ve 2 saat aralıklarla 15-20 dakika kadar sürdürülür. Alkol/ süngerle yapılan soğuk uygulamalarda %25- 50 oranındaki ılık alkolde, alkolün buharlaşarak deride serinlik oluşturmasından yararlanılır. İşlem öncesi hastaya açıklama yapılır, hayati bulgular kontrol edilir ve hastaya rahat bir pozisyon verilir. Özellikle bilek, kasık, koltuk altı ve boyun gibi kan damarlarının yüzeye yakın ve fazla olduğu alanlara yapılarak serinliğin vücuda dağılması sağlanır. Vücut ısısının tüm uygulamalarda 1 dereceden fazla düşmesi istenmez. Soğuk uygulama olarak buz torbası ve düşük ısılı battaniyeler de kullanılabilir. Buz torbası plastikten yapılmalıdır. Torbanın yaklaşık üçte ikisi küçük buz parçacıklarıyla doldurulur, torba sıkıştırılarak havasının çıkması sağlanır ve kapağı sıkıca kapatılır. Havluya sarıldıktan sonra uygun bölgelere konur. Buz torbası ısıyı yaklaşık 1 saat kadar koruduğu için tekrarı gerektiğinde 1 saat kadar ara verilerek yeniden uygulanabilir. Bazı beyin hastalıklarında ve ameliyatlarda vücuda genel bir etki sağlamak için vücut ısısının düşürülmesi istenir. Bu durumda düşük ısılı battaniyeler kullanılabilir. Hasta mekanik bir sistemle soğutulan battaniyeye doğrudan veya çarşafla birlikte yerleştirilir. Uzun sürecek uygulamalarda deri yağlı ve krem sürülerek korunmalı, daha sonra bir çarşafa sarılmalıdır. İşlem boyunca yaşam bulguları alınmalı ve hasar gösteren belirtiler yönünden hasta dikkatle izlenmelidir.

 

HASTA BANYOSU

Deri çabuk kirlenen bir organlarımızdandır. Metabolizma sonucu oluşan artık maddelerden, deri parçaları, ter ve kirden arındırmak için deri temizliği yapılır. Çünkü bu maddeler hastalık yapan mikroorganizmalar için uygun ortamı oluştururlar. Bunların deri üzerinde bulunması enfeksiyonlara neden olur. Bu nedenle enfeksiyonun önlenmesi, deri bütünlüğünün ve deri sağlığının korunması için deri temizliğinin yapılması gerekir. Deri temizliğinin ne sıklıkla yapılacağı kişiden kişiye ve bulunulan ortama göre farklılık gösterir. Ancak özellikle geçici ve devamlı yatağa bağımlı olan, felçli, şuursuz ve alçılı hastaların, idrar ve gaitasını tutamayan, beslenmesi kötü ve dolaşımı bozulmuş hastalarda deri bakımı ayrı bir öneme sahiptir.

Hasta banyosu; yatak, küvet, duş ve lokal banyo olarak yapılır. Hepsinde amaç, deriyi temizlemek ve artıkları atmak, dolaşımı uyarmak ve hastayı rahatlatmaktır.

Yatak Banyosu Uygulama Yöntemi

Temizlik amacıyla yapılan yatak banyosu, hastanın yatakta kaldığı sürede, kişisel hijyenini sürdürmek için yapılır.

Gerekli malzemeler:
  • İki adet havlu,
  • İki adet sabunlama bezi,
  • Küvet,
  • Küçük küvet,
  • Sabun-sabunluk,
  • Banyo sırasında hastanın üzerine örtmek için çarşaf/battaniye,
  • Temiz iç çamaşırı ve pijama,
  • Deodorant, cilt losyonu vb,
  • Ağız bakım malzemeleri,
  • Tarak, el fırçası, makas,
  • Sürgü-ördek,
  • Kirli poşeti
  • Büyük küvet içinde 40 0C su
İşlem:
  • Malzeme hazırlanmadan önce ve sonra eller yıkanır.
  • Malzeme bir tepsinin içinde getirilerek, yakın bir masa veya etejerin üzerine konulur. Kullanılacak malzemenin tam olup olmadığı kontrol edilir.
  • Oda ısısı kontrol edilir, pencere ve kapılar kapatılır.
  • Hastaya gerekli açıklama yapılır.
  • Hastanın mahremiyetini korumak için varsa etrafına perde/paravan çekilir veya kapı kapatılır.
  • Hastanın idrar ve dışkı gibi boşaltım gereksinimi varsa giderilir.
  • Hasta soyulur, üzerine banyo battaniyesi örtülür, yatak takımları gevşetilir.
  • Küvet 2/3´üne kadar su ile doldurulur.
  • Rahat çalışmak için mümkünse yatak yükseltilir. Hastanın başının altından yastık alınır. Yatağın baş kısmı yaklaşık 300 yükseltilir. Hasta yakın olan tarafa alınır, başının altına bir havlu yerleştirilir.
  • Sabunlama bezi elde bir kese haline getirilerek önce hastanın yüzü silinir. Bu işleme uzak taraftaki göz içten dışa ve sabunsuz su ile silinerek başlanır. Her iki göz için sabunlama bezinin farklı bir bölümü kullanılır ve göze bastırılmaz. Daha sonra hastanın alışkanlığına göre sabunlu veya sabunsuz bez ile sırasıyla alın, burun, yanaklar, çene ve kulaklar silinir, durulanır ve kurulanır. Hasta erkekse traşı bu aşamada yapılabilir.
  • Sabunlama bezi yıkanır. Uzak taraftan başlayarak boyun silinir, durulanır ve kurulanır.
  • Uzak taraftaki kol, bilekten koltuk altına doğru küçük hareketlerle sabunlanır, durulanır ve kurulanır. Kurulama sonrası hasta kullanıyorsa deodorant sürülebilir.
  • Hastanın eli, içinde su olan küçük küvete sokulur. Birkaç dakika yumuşaması için beklenir. Gerekiyorsa tırnakları kesilir. Elleri kurulanır. Diğer kol için aynı işlem tekrarlanır.
  • Havlu hastanın göğsünün üstüne konulur, battaniye göbek hizasına indirilir. Önce uzak taraftan başlayarak göğüs bölgesi yukarıdan aşağı hafif hareketlerle sabunlanır. Daha sonra durulanır ve kurulanır. Kadın ve şişman hastalarda göğüs altları ve aralarına dikkat edilmelidir.
  • Battaniye pubis üzerine indirilir. Karın bölgesi uzak taraftan yakına doğru yanlamasına hareketlerle silinir, durulanır, kurulanır. Göbek çevresine özellikle dikkat edilir.
  • Perine bölgesinin kapatılmasına dikkat edilerek uzak taraftaki bacak açılır, el diz altından geçirilir ve bacak dizden bükülür. Havlu bacak altına serilir. Hastanın ayağı havlu üzerine konan küvete sokulur. Bu sırada uzunlamasına hafif hareketlerle bacak bilekten yukarıya doğru silinir, durulanır ve kurulanır. Daha sonra ayak temizlenir, tırnaklar kesilir, ayak kurulanır. Gerekiyorsa nemlendirici kullanılır. İşlem diğer bacak ve ayak için tekrarlandıktan sonra banyo suyu değiştirilir.
  • Hastaya yan yatış pozisyonu verilir. Sırt ve kalçalar dışında battaniye ile üstü örtülür. Altına havlu yerleştirilir. Sırt, omuzlardan kalçalara doğru uzunlamasına hafif darbelerle silinir, durulanır ve kurulanır. Kaba etlerin arası ve anal bölgeye özel dikkat edilerek işlem yapılır.
  • Banyo suyu ve sabunlama bezi değiştirilir.
  • Hasta tekrar sırt üstü yatırılır. Göğüs ve kollar havlu ile, bacaklar battaniye ile örtülür. Hastanın sadece genital bölgesi açıkta kalır. Hasta yapabiliyorsa genital bölgesi önden arkaya temizletilir. Yapamıyorsa bu işlem gerçekleştirilir.
  • Gerekiyorsa, deriyi nemlendirmek için vücut losyonu veya yağı sürülür.
  • Hastanın çamaşır ve pijamaları giydirilir. Saçı taranır. Yatak takımları değiştirilir.
  • Banyo malzemesi temizlenip kaldırılır. Eller yıkanır.

EL YIKAMA

Mikroorganizmalar ellerde, parmak araları ve tırnak diplerinde yoğunluk gösterecek biçimde daima bulunurlar. Sayıları az olduğunda vücut bu mikroorganizmalarla başa çıkabilir. Aksi halde hastalık yapan mikroorganizmaların ellerle doğrudan temasla yayılım tehlikesi fazladır. Hastanın idrarı, gaitası, kanı veya salgılarıyla temas eden kişiler elleriyle enfeksiyon kaynağı olan bu mikroorganizmaları taşıma olasılığı yüksek kişilerdir. Yatak yapımı, ilaç verilmesi gibi uygulamalar infeksiyonun yayılmasında rol oynayabilir. Bu bağlamda enfeksiyon kontrolü konusunda alınabilecek en kolay, en ucuz ve en önemli önlem ellerin uygun yöntemle yıkanmasıdır. Eller;

  • Hastaya bakım vermeden önce ve sonra,
  • Yemekten önce ve sonra,
  • İlaç vermeden önce ve sonra,
  • Eller belirgin kirliyken,
  • Bir hasta ile temastan sonra,
  • Tuvaletten sonra

En az 15 saniye su ve sabunla bol akarsu altında yıkanmalıdır. Bu sayede mikrorganizmaların çoğu yok edilir.

İşlem;
  • Tırnaklar kısa kesilmiş olmalı,
  • Kollar dirsek üstüne kadar sıvanıp, saat çıkarılmalı,
  • Lavabonun içine veya dışına dokunulmamalı,
  • Musluk açılmalı, su mümkünse ılık olmalı,
  • Ellerden daha temiz olan dirseklere geçişi önlemek için eller dirseklerden aşağı düzeyde tutularak iyice ıslatılmalı,
  • Sıvı veya kalıp sabunla eller iyice köpürtülmeli, kalıp sabun kullanıldığında, sabun yerine konulmadan önce durulanmalı,
  • Tırnak dipleri zedelenmeden temizlenmeli,
  • Eller ve ön kol suyun altında, dairesel hareketlerle iyice oğuşturularak, her bir parmak ve parmak arasına özen gösterilerek yıkanmalı,
  • Eller ve ön kol dirsekten aşağıya doğru iyice durulanmalı ve kurulanmalı, kurulama işleminde bir kullanımlık malzeme/sıcak hava tercih edilmeli,
  • Elle kapatılan musluklar kullanılıyorsa musluğun kirli olduğu unutulmayarak çıplak elle değil, elerin kurulandığı havlu vb şeylerle kapatılmalıdır.

SAÇ BAKIMI

Yatan Hastanın Saçını Yıkama

Kullanılan malzemeler;
  • 2 adet banyo havlusu,
  • Şampuan (veya sabun),
  • Büyük maşrapa,
  • Plastik kova,
  • Yıkama küveti (bulunmadığı durumda kalın bir muşamba küvet şeklinde kıvrılıp kovanın içine sarkıtılır),
  • Kulaklar için tampon,
  • Gözleri kapatmak için yüz havlusu/gaz bezi,
  • Tarak ve fırça,
  • Saç kurutma makinası.
İşlem:
  • Hastaya ne yapılacağı açıklanır. Malzeme uygun bir yere konur.
  • Yatak yükseltilir. Hastanın başının altına bir yastık konur. Hasta başı yakın, ayakları uzak tarafta kalacak şekilde çapraz yatırılır.
  • Hastanın omuzunun altına su geçirmez pet konulur (veya yastığın üzerine muşamba örtü, onun üstüne hastanın havlusu serilir).
  • Yıkama küveti hastanın başının altına yerleştirilir ve küvetin alt ucuna suyun boşalacağı kova yerleştirilir. Yıkama küveti yoksa kalın bir muşamba üç kenarından gazete ile rulo yapılarak yıkama küveti haline getirilir. Hastanın başının altına konur. Muşambanın ucu plastik kovanın içine sarkıtılır.
  • Baş havlusu hastanın omuzuna serilir. Kulaklarına tampon konur ve köpük kaçmaması için gözleri gazlı bezle kapatılır.
  • Hastanın saçı geriye doğru fırçalanır ve taranır.
  • Saçlar suyla ıslatılır, şampuan sürülür. Alın ve şakaklardan başlayarak geriye doğru masaj yaparak saç dipleri yıkanır. İşlem bir elle yapılırken, diğer elle hastanın başı arka kısmından desteklenir. Saç su ile durulanır. Şampuanlama işlemi bir kez daha tekrarlanır. Sabunlu iken saçlar taranır, köpük kalmayacak şekilde durulanır.
  • Baş havluya sarılır, yüzü silinir. Başı yastığa konulur. Yıkama küveti veya muşamba kaldırılır.
  • Hastanın saçı yumuşak hareketlerle kurulanır, gerekirse ikinci havlu ile kurulama işlemine devam edilir. Saçlar mümkünse kurutma makinası ile kurutulur ve taranır.
  • Hastanın yatağı yapılır, uygun pozisyon verilir ve dinlenmesi sağlanır.
  • Kullanılan malzeme temizlenerek kaldırılır.

DİŞLERİN FIRÇALANMASI

Diş ve diş etlerinin temizlenmesi, canlılık kazanması, ağızın bol su ile çalkalanması, dişetlerinin uyarılması ağız bakımı ile sağlanır. Ağız bakımı hem ruhsal, hem de fiziksel açıdan önemlidir. Ağız bakımına dikkat edilmediğinde ağız kokusu, dişeti rahatsızlıkları, çiğneme güçlüğü sonuçta hazımsızlık görülür. Ağız bakımında amaç ağızın tüm mikroorganizmalardan temizlenmesi değil, daha çok birikmiş yiyecek artıklarından temizlenmesidir. Günde en az iki kere, tercihen yemekten sonra ve akşam yatmadan önce dişleri uygun yöntemle fırçalamalı ve bol su ile çalkalamalıdır. Dişlerin arasındaki artıkları ve plakları temizlemek için diş ipekleri kullanılır. Diş eti dokusu çok duyarlıdır. Kanamaya neden olmamak için zorlamamalıdır.

PERİNE HİJYENİ

Perinenin her gün temizlenmesi gerekir. Çünkü perine nemli ve sekresyonlara maruz kalan, bu nedenle de bakteri üremesinin kolay olduğu bir bölgedir. Özellike idrar sondası olan, kronik bir hastalığı bulunan, rektal veya genital bölge ameliyatı geçiren hastalar ile doğum yapmış kadınlarda ve menstrasyon dönemlerinde perine bakımı önem kazanır.

Perine bakımı için gerekli malzeme;
  • İçinde 42-43 0C su olan küvet,
  • Sabun-sabunluk,
  • 8-10 adet gaz tampon,
  • Çarşaf,
  • Bonyo havlusu
  • Muşamba
  • Eldiven
  • Kirli torbası
İşlem;
  • Eller yıkanır. Malzeme hazırlanır. Hasta odasında kolay ulaşılabilecek bir yere konur.
  • İşlem hakkında hasta bilgilendirilir. Mahremiyetini korumak için yatağın etrafına perde/paravana çekilir.
  • Hasta yatağı yükseltilir. Sırtüstü yatan hastanın ayakları yere basacak şekilde bacakları dizlerden bükülür.
  • Hastanın altına yatağın ıslanmaması için muşamba ve muşambanın üzerine örtü konulur.
  • Hastanın üstü çarşafın iki köşesi bacaklarına sarılarak örtülür.
  • Küvet 41-43 0C su ile doldurulur.
  • Eldiven giyilir. Çarşafın hastanın bacakları arasında kalan köşesi kaldırılarak karnının üstüne konur.
  • Hasta kadın ise;Her seferinde ayrı bir tampon kullanılarak önce pubis içten dışa doğru zig zag hareketlerle silinir. Uzak taraftaki büyük dudak yukarıdan aşağıya doğru silinir. Aynı şekilde yakın taraf silinir. Yine önce uzak taraf olmak üzere küçük dudaklar silinir. Daha sonra uzak taraftaki bacak, sonra yakın taraftaki bacak içten dışa doğru silinir. İşlem durulama ve kurulama için tekrarlanır. Durulama, hastanın altına sürgü konularak, su dökülmesi yoluyla da yapılabilir.
  • Hasta erkek ise; penis gövdesinden tutulur, önce üretral meatüs silinir. Daha sonra dairesel hareketlerle, temizlenen yere tekrar dönmemek koşuluyla, aşağı doğru silinir. İşlem her seferinde ayrı bir pet kullanılarak tekrarlanır. Daha sonra durulanır ve kurulanır. Hastaya bacaklarını biraz açması söylenir. Testisler yavaş bir şekilde silinir, durulanır ve kurulanır.
  • Temizlenen bölge kurulandıktan sonra hasta hasta yan yatırılarak anal bölgenin temizliği yapılır. Anal bölge temizliğinde önce tuvalet kağıdı kullanılarak bulaşmış olan dışkı alınır. İşlem önden arkaya ve silmek için kullanılan peti her seferinde değiştirerek, tamamen temizleninceye kadar yapılır. Sabunlama bittikten sonra, duru su ile silinip, havlu ile kurulanır.
  • Eldiven çıkarılır. Hastanın altındaki muşamba ve bez alınır. Rahat bir pozisyon verilir.
  • Malzeme toplanır, temizlenerek kaldırılır. Eller yıkanır.




 

İLKYARDIM
 

İlkyardım; Beklenmedik bir kaza ya da hastalık sonucu durumu tehlikeye girmiş kişiye sağlık personeli gelinceye kadar olayın geçtiği yerde eldeki olanaklarla İLAÇSIZ olarak yapılan girişimler ya da alınan önlemlerdir.

İlkyardım yaparken temel amacımız, hasta/ yaralının durumunun ağırlaşmasını ya da kötüleşmesini önlemektir. Her şeyden önce ilk yardım uygulayıcıları sakin olmalı ve kaza yerinde yapılması gerekenleri bilmelidir. Kaza yerinde ilk yardım uygulamalarında üç temel kural vardır:

  1. Olayın geçtiği yerde emniyetin sağlanması ( Koruma); bir kaza geliştikten sonra yangın, gaz kaçağı, trafik akışı gibi olaya yol açan tehlike kaynağının devam etmekte olabileceği unutulmamalıdır. Uzaklaştırmak mümkün değilse hasta/ yaralı tehlike kaynağının yakınından uzaklaştırılmaya çalışılır.
  2. Yardım ekiplerinin harekete geçirilmesi ( Bildirme); ciddi durumlarda acil servis, polis, itfaiye gibi kurumları haberdar etmek gerekir.
  3. Hasta / yaralıya ilk yardım yapılması ( Kurtarma); aynı hasta/ yaralıda çeşitli tipte yaralanma bulunabilir ya da yardıma gereksinimi olan başka kişilerde olabilir, bu nedenle ilk yardım uygularken öncelikler sırasına uymak gerekir.

KAZA DEĞERLENDİRİLMESİNDE 5N KURALI ÖNEM TAŞIMAKTADIR.

  • NE ZAMAN olduğu,
  • NASIL olduğu,
  • NEREDE olduğu ,
  • NE ŞİDDETTE olduğu ,
  • NE KADAR kişinin zarar gördüğü sorgulanmalıdır.

Bir kaza sırasında hasta/ yaralıların değerlendirilmesi; yaşam bulguları, bilinç durumu, hava yolu, kan dolaşımı, kanama ve şok belirtileri açısından değerlendirilmesini içerir ( Birinci değerlendirme). Yaşamsal fonksiyonlar sağlandıktan ve gerekli önlemler alındıktan sonra diğer yaralarıyla ( kapalı- açık kırık, yanık vs.) ilgilenilmesi ikinci değerlendirmeyle sağlanır. İkinci değerlendirmede; baş, boyun, göğüs, karın, kollar ve bacaklar açısından değerlendirme yapılır.

Her aşamada hasta / yaralıyı sakinleştirmeli, amacımıza ve her zaman dikkatle gerçekleştirdiğimiz uygulamalara ilişkin bilgi vermeliyiz. Kişinin; şeker hastalığının, herhangi bir maddeye karşı alerjisinin, kanama olasılığının, bir ilaç tedavisi aldığının,

Sara kartının, organlarını bağışladığını gösteren bilgilendirici kartı ya da kolye varlığının araştırılması gerekir. İlk yardım uygulamalarında önceliklere göre yapılması gereken girişimler aşağıda belirtilmiştir.

SOLUNUM VE DOLAŞIM KONTROLÜ; insan vücudu ve beyin yaşamak için mutlaka oksijene gereksinim duyar. Besin maddelerinin aksine oksijen depolanamaz, bu nedenle solunum yoluyla sürekli hava almamız gerekirBu nedenle solunum ve kan dolaşımı iki yaşamsal işlevdir. Bu işlevlerin etkilenmesi ya da durması, yaşamın devamı açısından acil bir sorun oluşturur. Solunum durması; havasızlıktan boğulma, soluk borusunun tıkanması, elektrik şoku, aşırı dozda ilaç alımı,solunum yolu ile olan zehirlenmeler gibi nedenlerle oluşabilir. Solunum durduğu andan itibaren kalp 2-5 dakika daha atmaya devam eder. Bu süre sonunda solunum yeniden başlamamışsa kalp de oksijen eksikliğinden etkilenerek durur. Ancak önce kalp durmuşsa 15- 30 saniye sonra solunum da durur. Tüm bunlar göze alındığında, bilinçsiz bir kişinin soluk alıp almadığının nasıl anlaşılacağı ve solunumun ya da kalbin durduğu durumlarda ne yapılacağını bilmek önemlidir.

Yapılması gereken uygulamalar; bilinç durumu değerlendirilmesi, solunum yolunun açılması, solunumun değerlendirilmesi ve dolaşımın değerlendirilmesidir. Solunumun değerlendirilmesinde, güvenli yan yatış pozisyonunun verilmesi çok önemlidir. Solunum durmuşsa genellikle ağızdan ağza ya da ağızdan buruna suni solunum yöntemi uygulanır.

Solunum yolu tıkanıklığı, ilk yardım gereken en önemli durumlardan bir tanesidir. Yetişkinlerde soluk borusunun en sık rastlanan tıkanma nedeni yemektir. 1 ve 3 yaş arasındaki küçüklerde bozuk para, düğme, küçük oyuncak parçaları, çengelli iğne vb. gibi cisimler soluk borusunu tıkayabilir. Solunum yolu kısmen veya tam olarak tıkanabilir. Kısmen tıkanıklıkta kişi kuvvetli öksürüğe teşvik edilir, tam tıkanıklıkta ise “heimlich manevrası” uygulanır .Böylece akciğerlerde kalan hava dışarı çıkarken yabancı cisim de yukarı doğru itilecektir.

KANAMALAR: Kanın damar dışına çıkmasına kanama denir. Kanamalar atardamar, toplardamar ve kılcal damar kanaması olarak üçe ayrılır. Atardamar kanaması fışkırır tarzda ve açık renk, toplardamar kanaması sürekli olarak ve koyu renk, kılcal damar kanaması ise sızıntı şeklinde olmasıyla karakterizedir. Kanama görüntüye göre iç ve dış kanama olarak ikiye ayrılır. Kanamalarda kan kaybı mümkün olduğu kadar çabuk kontrol altına alınmalıdır. Dış kanamada hasta yatıştırılır, olay yeri emniyeti sağlanır. Kanayan yerin üzerine yaklaşık 10 dakika elle bası uygulanır. Kanama kol ve bacakta ise kanayan yer kalp seviyesinin yukarısında tutulur. Kanama doğrudan bası yöntemiyle durmuyorsa acil tıbbi yardım istenmesi gerekir. İç kanamalı bir hastada solgun, soğuk ve terli bir cilt, zayıf ve hızlı nabız, hızlı ve yüzeysel solunum, yavaş yavaş uyku haline dönüşen tedirginlik ve endişe görülür. Bu durumda şok pozisyonu verilerek en yakın sağlık kuruluşuna uygun transportu sağlanmalıdır. Kafa ve burun kanamasına yönelik uygun ilkyardım uygulamaları yapılmalıdır.

YARALANMALAR; Öncelikle yara değerlendirilir, Ellerin yıkanması yaralanmalarda enfeksiyon açısından önemlidir. Kirli yaralar bol sabunlu su ile yıkanmalıdır. Yarada yabancı cisim olup olmadığına bakılıp yumuşak ise gazlı bez yoksa temiz bir bez ya da kağıt mendil yardımıyla çıkarılmalıdır. Eğer yarada batan bir cisim duruyorsa kanamaya neden olacağı için kesinlikle çıkarılmamalıdır. Koruyucu önlem olarak tetanoz aşısının yapılması gereklidir. Uygun temiz malzemeyle kapatılıp en yakın sağlık kuruluşuna gönderilmelidir.

YANIKLAR; Ateş ve ısı kaynakları, ısıtıcılar, kibrit, çakmak, ütü,sıcak tencere, kızgın yağ,su,kahve ve patlamalar nedeniyle yanıklar oluşabilir. Yanığın, kızarıklık, bül, karbonlaşma, ağrı, ve ileri derecedeyse yanan yerde duyu kaybı gibi belirtileri vardır. Her şeyden önce yanığa yol açan neden uzaklaştırılmalı, kaza yerinin emniyeti sağlanmalıdır. Yanan bölge en az 10 dakika musluk suyunun altına tutulmalıdır. Yanık yeri üzerine diş macunu, salça, yoğurt, buz,zeytin yağı kullanma gibi geleneksel uygulamalardan kaçınılmalıdır.

Eğer kişinin giysileri yanıyorsa yapılması gereken ilk şey alevleri söndürmektir. Koşma alevlenmeyi arttırdığından koşması önlenmelidir. Kişiyi yerde yatırarak giysilerini bir battaniye, halı, büyük bir havlu, ceket yardımıyla örtülüp yaralı/ hasta yerde yuvarlanması sağlanmalıdır. İlk yardım uygulayan kişiler alevler içindeki bir binaya ya da odaya asla girmemelidir. Yanmanın yanı sıra yangın sırasında yayılan duman ya da zehirli gazlar sonucunda solunum durması oluşabilir. Özellikle çocuk ve yaşlılarda oluşan ve yüz, göz,el ya da eklemleri etkileyen yanıklar daha tehlikelidir.

Kimyasal madde yoluyla oluşan göz yanıklarında, yakıcı maddeyi akıtmak için hafif bir şekilde akan suyun altında en az 10 dakika süreyle tutulmalıdır. Etkilenen göz sağlam gözün altında olmalıdır. Etkilenen göz temiz bir gazlı bez ile kapatılıp en yakın sağlık kuruluşuna götürülmelidir.

KIRIKLAR; herhangi bir nedenle kemik bütünlüğünün bozulmasına kırık adı verilir. Kırığın çevresindeki derinin zarar görmediği kırıklar kapalı, kemik uçlarının yanı sıra deri bütünlüğünün bozulduğu ve yara yerinden kemik parçasının çıktığı kırıklar ise açık kırık olarak isimlendirilir. Kırıkta, ağrı, şişlik, şekil bozukluğu, kanama, kemik ucun ciltten dışarı çıkması, kırık olan bölgenin hareket ettirilmemesi gibi belirtiler görülür.

Öncelikle kişinin güvenliği sağlanmalı, yaralı bölgeye gereksiz hareketlerden kaçınılmalıdır. Kişiye bulunduğu yerde ilkyardım uygulamak gereklidir, ancak olay yerinde yangın gibi tehlikeli durumlar var ise kırığı tespit etmeden kişi hareket ettirilmemelidir. Kişi güvenli bir yere taşınırken her iki elle etkilenen bölge alttan ve üstten desteklenmelidir.

Kırığın tespitinde genel kural, komşu eklemler de içine alarak uygulama yapmaktır. Açık kırıkları tespit etmeden önce yarayı temiz gazlı bez ya da mümkün olduğunca temiz mendil, eşarp gibi malzemelerle kapatmak gerekir. Tanı konması ve gerekli tedavilerin yapılması için tıbbi yardım istenmeli ya da en yakın sağlık kuruluşuna götürülmelidir.

Kırığın tespitinde sargı bezi, üçgen sargı ve atel gibi malzemelerden yararlanılır. Her durum için uygulanabilir bir yöntem seçmek gerekmektedir. Çoğu olguda ve nerede bulunduğumuza bağlı olarak en iyi tespit yöntemi hastayı kıpırdatmamak ve hareket etmesine izin vermemek en iyi yöntemdir.

BİLİNÇ DÜZEYİ BOZUKLUKLARI; bilinci kaybetme kişinin çevresiyle olan bağlantı kurma yeteneğini kaybettiği durumdur ve bu durumda konuşarak, tokatlayarak veya sarsarak uyandırmak doğru değildir. Baştaki yaralanmalar veya darbeler, kanın beyne ulaşmasını engelleyen durumlar, kirli hava gibi oksijenin akciğerlere gitmesini engelleyen ya da zorlaştıran olaylar, sara veya şeker hastalığı gibi nedenlerden dolayı bilinç kaybedilebilir.

Bilincin kısa süreli ve geçici kaybı bayılma olarak isimlendirilir. Bazı durumlarda önce halsizlik, ayakların tutmaması gibi hisler görülebilir. Korku, yoğun duygulanmalar, kötü bir görüntü ( kan), aşırı sıcak, uzun süre ayakta kalma, uzun süre yattıktan sonra aniden ayağa kalkma gibi olaylar sonucunda bayılma gelişebilir. Bayılma aslında organizmanın bir savunmasıdır. Yapılması gereken kişi bayılacakmış gibi hissediyorsa oturtulur ya da yatmasına yardımcı olarak ayakları kalp seviyesinin üzerine kaldırılır ve başı bir yastıkla desteklenir. Eğer kişi bayılmışsa, yüzü yukarı gelecek şekilde yatması sağlanır ve ayaklar kaldırılır. Bu önlemlere karşın kişi kendine gelmiyorsa yaşamsal bulgulara bakılarak, acil tıbbi yardım istenir.

SARA (EPİLEPSİ) sinir sistemini etkileyen ve nöbetlerle karakterize olan bir hastalıktır. Bu nöbetler her hastada değişik zamanlarda gelişir. Nöbet ani bilinç kaybıyla başlar ve hasta yere düşer, sonra kas kasılmaları başlar. Bu kasılmalar şiddetli olabilir. Ağızdan bir akıntı gelebilir, hasta dilini ya da yanaklarının içini ısırabilir bu nedenle ağızdan gelen akıntı kanlı olabilir. Nöbet 5 dakikadan fazla sürmez ve bitiminde hastada yavaş yavaş bilinç yerine gelir.

Bu durumda yapılması gerekenler; güvenlik önlemleri alınır, kasılma sırasında kişinin yaralanmasını önlemek amacıyla çevredeki zararlı eşyalar uzaklaştırılır. Kişinin başının altına yastık vb. malzemeler konur, kişide sıkan giysiler varsa gevşetilir, dil ısırığı ve solunum yolu açıklığı açısından önlemler alınır, nöbet sona erdiğinde hasta güvenli yan yatış pozisyonuna getirilir. Nöbet sırasında kesinlikle kalabalık önlenmeli, nöbetler durdurulmaya çalışılmamalı, ağızdan hiçbir şekilde yiyecek ve içecek verilmemeli ve soğan gibi maddeler koklatılmamalıdır.

KAFA TRAVMALARI; kafa travmaları genellikle trafik kazaları, darplar, düşmeler, iş kazaları, spor yaralanmaları ve doğum travmaları sonrasında meydana gelmektedir. Kafa travması geçiren bir kişide şuur kaybı, baş ağrısı, uykuya eğilim, huzursuzluk, kafa tası kırığı, ezilme, kulak ve burundan kan gelmesi, göz bebeklerinin büyümesi, solunum durması, uyuşukluk, güçsüzlük ve yaşamsal bulgularda değişiklik gibi ciddi yaşamı tehdit eden istenmeyen durumlar görülebilir.

Kafa travması geçiren bir kişide ilk yardım uygulamaları olarak, güvenlik önlemleri alınarak kişinin emniyeti sağlanır. Solunum yolu açıklığı kontrol edilir, kişinin bilinci değerlendirilir. Kişide bilinç kaybı varsa baş ve çene öne çekilerek boyun hareket ettirilmeden dil dışarı çekilebilir. Ancak baş ve boyun aşırı derecede öne ve arkaya eğilmemelidir. Kafa travması geçiren bir kişide boyun kırığı varsa kesinlikle hareket ettirilmemeli, uygun atellerle baş, boyun, bel gibi boşluklar yastıkla desteklenerek tespit edilmelidir.

Eğer hasta yüzüstü bulundu ise, bir ilkyardım uygulayıcı başı destekleyip baş ve omurganın birlikte dönmesini sağlarken kişi bütün olarak sırtüstü döndürülmelidir. Kişi 3-4 yardımcı ile baş- omuz ve kalça hiçbir şekilde bükülmeden sedye üzerine alınmalı ve en yakın sağlık kuruluşuna gönderilmelidir.

Kafada batan bir cisim varsa hiçbir şekilde çıkarılmaya çalışılmamalı, yaşam bulguları alındıktan ve kanama kontrolü yapıldıktan sonra, temiz bir gazlı bezle kapatılıp en yakın sağlık kuruluşuna gönderilmelidir.

ZEHİRLENMELER; Ev ortamında özellikle küçük çocuklarda zehirlenme önemlidir. İlaçlar, ev temizliğinde kullanılan ürünlerin hemen tümü, böcek öldürücüler, bazı gazlar, bitkiler ve besinler zehirlenmeye neden olabilir. Zehirli maddeler vücuda ağızdan ya da nefes alma yoluyla girebilir.

Ağız yoluyla zehirlenmelerde; bulantı, kusma, karın ağrısı, ishal, kaşıntı, yakıcı kimyasal maddelerin içilmesi durumunda yanıklar.

Solunum yoluyla zehirlenmelerde; nefes almada güçlük, solunum durması, bilinç kaybı

Her türlü zehirlenmede 0800 314 79 00 numaralı danışma merkezine başvurulması önemlidir.

Zehirlenen kişi kusturulmaya çalışılmamalı, bilinci kapalı kişiye ağızdan hiçbirşey verilmemelidir. Solunum yoluyla zehirlenmelerde ortam hemen havalandırılmalıdır. Hasta/ yaralı en yakın sağlık kuruluşuna götürülmelidir.

İLKYARDIM ÇANTASI; İlkyardım için ilk yardım çantasının bulunması ve bir ilk yardım çantasının içinde ne bulunması gerektiği, ne işe yaradığı ya da nerede tutulması gerektiğinin bilinmesi çok önemlidir.

İlk yardım çantası çocukların erişmesini önleyecek iyi kapanan kilitli bir metal ya da plastik kutudan yapılmış olması tercih edilmektedir. Kullanacağımız zaman anahtarın nerede olduğunu hatırlamamız açısından kilitlerin anahtarlı olmaması tercih edilmektedir. İlk yardım çantası ısı ve ışık kaynağından uzak, nemsiz ve çok kuru olmayan bir yerde bulundurulmalı, kesinlikle mutfak ya da banyo tercih edilmemelidir.

İlk yardım çantasının içinde; steril gazlı bez, hidrofil pamuk, alkol, antiseptik solüsyon, alerji yapmayan flaster, makas, değişik boylarda sargı bezleri, kol askısı yapmak için sargı, ateş ölçmek için derece gibi malzemeler bulundurulmalıdır.



 

SAĞLIKLI BESLENME

 

Sağlıklı beslenme yeterli ve dengeli beslenmedir.Yiyecekler vücudumuzun oluşumunun sağlanması ve fonksiyonlarını sürdürebilmesi için gerekli elementlerin (enerji, protein, yağlar, vitamin, su ve minerallerin) kaynağıdır. Her şeyden önce, yaşamın sürekliliğini sağlayan besinler ve beslenme Maslow´un ihtiyaçlar hiyerarşisinde hava ve su ile birlikte ilk sırada yer almaktadır.

Niçin Yiyoruz? Eğer sadece vücut fonksiyonlarının ve yaşamın devamını sağlamak için yeseydik yiyecek tüketimimiz şimdiye oranla çok az olurdu. Fakat insanoğlu doğumu ile birlikte doymak ve doyum sağlamak arasında direk bir ilişki kurmakta ve bu ilişki ömür boyu devam etmektedir. Kutlama yada anma fark etmeksizin bütün törenlerin merkezinde yemek vardır. Bu durumda yemek alışkanlığı sırf beslenme ihtiyacının ötesinde farklı anlamları da içeren ayrı bir olgu halini alıyor.

KARBONHİDRATLAR

Beslenme piramidinin en alt grubunda yer alan ve sıklıkla tüketilmesi gereken gıdalardır. Pirinç, bulgur, makarna, şeker, bal, pekmez, kuru baklagiller, patates, yağlı tohumlar, meyve, sebze, süt ve tahıllar en önemli karbonhidrat kaynaklarıdır. Karbonhidratlar vücudumuzun enerji kaynaklarıdır fakat tek fonksiyonları vücuda enerji sağlamak değildir. Karbonhidratların fonksiyonlarını genel olarak şu şekilde sayabiliriz.

Enerji Sağlar: Vücudun bütün organ, doku ve hücreleri işlevlerini yerin getirebilmek için enerjiye gereksinim duyarlar. Bu enerjinin kaynağı da yiyeceklerle tükettiğimiz karbonhidratlardır.

Proteinin Enerji Kaynağı Olarak Kullanılmasını Önler: Diyetle birlikte yeterince karbonhidrat tüketilmezse vücut karbonhidratlardan sağlayacağı enerjiyi proteinlerden sağlar.

Yağ Metabolizmasına Yardım Ederler: Yağların vücutta karbondioksit ve suya dönüşebilmesi için karbonhidratlara gereksinim vardır. Karbonhidrat tüketimi yeterli olmazsa insülin üretimi de yeterli olmaz ve buna bağlı olarak ta yağ metabolizması tam olarak gerçekleşemez ve ketosis oluşur.

Kabızlığı Önler: Selüloz gibi sindirilemeyen karbonhidratlar barsak hareketlerini artırarak burada oluşan atıkların vücuttan daha kolaylıkla atılmasını sağlar. Lif tüketimi çok az olursa barsak hareketleri azalır ve kabızlık oluşabilir. Çok fazla olursa da çinko ve demir gibi minerallerin emilimini engelleyerek olumsuz etki yapar. Bu nedenle lif tüketimi günde 25-35 gr´la sınırlandırılmalıdır. Orta boy bir kabuklu elmada yada armutta yaklaşık 4 gr kadar lif bulunmaktadır, yine bir porsiyon kuru fasulye 5 gr lif içermektedir. Genellikle 1 porsiyon sebze 2-3 gr, bir porsiyon meyve 4gr ve 1 porsiyon kuru baklagil 5 gr lif içermektedir.

Yiyecekleri Tatlandırır: Doğumdan itibaren insanlar tatlı yiyeceklere daha yatkındırlar. Ekşi ve kerki yiyecekler şekerle tatlandırılarak rahatlıkla yenilebilmektedir.

Günlük enerji gereksiniminin %55-60´ı karbonhidratlardan karşılanmalıdır. Buda kişisel farklılıklar göstermekle birlikte günlük 250-350 gr karbonhidrat tüketimiyle sağlanmaktadır. Günlük enerji gereksiniminin %30´u yağlardan %10-15´i de proteinlerden sağlanmalıdır.

YAĞLAR

Yağlarda karbonhidratlar gibi vücudun enerji kaynaklarıdır. Karbonhidratların 1 gramı 4 kalori verirken yağların 1 gramından 9 kalori sağlanmaktadır. Bu nedenledir ki vücudumuz enerji deposu olarak yağları biriktirmektedir.

Yağlar katı ve sıvı yağlar olarak iki grupta sınıflandırıla bilinir. Oda sıcaklığında katı halde bulunan yağlara katı yağlar denilmektedir bunlar hayvansal yağlar, süt yağı tereyağıdır. Katı yağlar daha çok doymuş yağ asitleri içerirler. Sıvı yağlar oda sıcaklığında sıvı halde bulunurlar ve daha çok doymamış yağ asitleri içerirler. Bunlar zeytin yağı, mısırözü yağı, soya yağı, ayçiçek yağı ve balık yağıdır.

Vücut fonksiyonları için gerekli olan doymuş yağ asitleriyle bazı doymamış yağ asitlerini dışardan yiyeceklerle alınmasa da kendi kendisine üretebilir. Fakat omega3 (alfa linolenik asit- balık yağı özellikle salmon, tuna ve sardalye ile kanola ve soya fasulyesi yağı) ve omega6 (linoleik asit- ayçiçek yağ, mısır özü yağı, soya fasulyesi yağı, fındık yağı, kanola yağı ve zeytin yağıdır) yağ asitlerini sentezleyemez bu nedenle bu yağların mutlaka dışardan yiyecekler yoluyla alınması gerekmektedir.

Yağların Vücuttaki Fonksiyonları:
  • Karbonhidratlardan sonra en önemli enerji kaynaklarıdır.
  • Vücut doku ve organlarını sararak dış etkenlere karşı korur.
  • Deri altı yağ tabakası vücut ısısının kaybını önler.
  • Yağda eriyen vitaminlerin (A D E K) vücutta taşınmasını sağlar.
  • Yiyeceklere tat ve lezzet verirler.
  • Vücut çalışması için gerekli olan hormonların üretilmesinde görev alırlar.
  • Yağın damarlardaki akıcılığını sağlarlar.
  • Omega3 koroner kalp hastalıklarının önlenmesinde etkin rol oynar.
  • Omega3 retina ve beyin gelişimi için gereklidir.
  • Eğer elzem yağ asitleri yeterince tüketilmezse ciltte kuruluk, kaşıntı ve döküntüler görülebilir. İshal görülebilir, enfeksiyonlara yatkınlık artar, büyüme yavaşlar ve yara iyileşmesi gecikir. Ayrıca elzem yağ asitlerinin yeterince tüketilmemesi sonucunda kansızlıkta görülebilmektedir.

İki yaşına kadar çocuklarda yağ sınırlaması yapılmamalı çünkü bu dönemde doku oluşumu ve beyin gelişimi çok hızlıdır.

Kişi yiyeceklerle hiç kolesterol almasa bile karaciğer her gün yaklaşık 1000 mg kolesterol üretir.

Kolesterol yalnız hayvansal gıdalarda vardır, margarin ve diğer bitkisel gıdalar kolesterol içermezler.

Kolesterolün vücuttan atılımı bağırsaklar yoluyla olmaktadır, kolesterol atımını hızlandırmak için gaita hacmini artıracak lifli gıdalar tüketilmelidir.

PROTEİNLER

Proteinler en yaygın tanımıyla vücudumuzun yapı taşıdırlar. Vücut ağırlığımızın yaklaşık %16´sını oluştururlar. Proteinler temel olarak enerji sağlamak için kullanılmazlar. Dengeli bir beslenmede günlük enerji gereksiniminin %10´u proteinlerden sağlanır. Yağların aksine proteinlerin vücutta önemli bir yedek deposu yoktur. Protein eksikliğinde bireyin doku ve organları kullanılır. Hamilelik döneminde protein eksikliği olursa fetus (anne karnındaki bebek) annenin dokularını protein kaynağı olarak kullanır ve kendisini bir dereceye kadar korur.

Proteinleri hem hayvansal hem de bitkisel gıdalardan elde edebiliriz. Genel olarak vücut hayvansal kaynaklı proteinlerden daha yüksek oranda yararlanmaktadır. Bitkisel proteinlerin yararlanımı ise nispeten düşüktür. Diyetle günlük tüketilmesi gereken protein miktarında bilim adamları henüz görüş birliğine varabilmiş değillerdir. Bilimsel kaynaklar en son olarak sağlıklı bir yetişkinin günlük kilo başına 0.8 gram protein tüketmesinin yeterli olduğunu belirtmektedir.

Proteinlerin İşlevleri:
  • Proteinler canlılığın temel öğeleridir.
  • İnsan doku ve organları sürekli yenilenme halindedir, bu yenilenme proteinlerle sağlanır.
  • Proteinler vücut fonksiyonlarında görev alan enzimlerin, hormonların ve proteinin yapılabilmesi için gerekli hammaddeyi sağlarlar.
  • Azda olsa enerji kaynağıdır. 1 gram protein 4 kalori verir.
  • Kanda hormon ve ilaçların taşınmasını sağlar.
  • Bağışıklık sisteminin fonksiyonunu sağlar, antikorlar protein yapısındadırlar.
Protein Eksikliğinde Görülen Sorunlar
  • Gelişim döneminde büyüme durur,
  • Bebek ve çocuklarda protein-enerji malnütrisyonu olarak bilinen kuvaşiorkor (protein eksikliği) ve marasmus´a (protein ve enerji eksikliği) neden olur,
  • Yara iyileşmesi gecikir,
  • Enfeksiyonlara yatkınlık artar,
  • Hastalıklar uzun sürer ve iyileşmesi gecikir,
  • Halsizlik, çabuk yorulma meydana gelir,
  • Anemi (kansızlık) oluşur,
  • Ödem (vücutta su toplanması) görülür.

Proteinin az tüketilmesinin sakıncalı olduğu gibi çok fazla tüketilmesi de sakıncalıdır. İhtiyacın üstünde protein yenirse idrarla kalsiyum atımı artar, dolayısıyla osteoporoz (kemik erimesi) riski artar. Kırmızı etin çok fazla tüketilmesinin kolon kanseri riskini artırdığı bilinmektedir. Gereksiz olduğu halde fazla protein tüketimi böbreklerin yükünü artırmaktadır.

VİTAMİNLER

Vücut fonksiyonlarının yerine getirilmesinde etkin rol alan maddelerden diğer biride vitaminlerdir. Vitaminler genel olarak vücutta meydana gelen kimyasal olayların oluşumuna destek verirler. Vücut tarafından kullanılan 13 vitamin vardır bunlar suda çözünenler yağda çözünen vitaminler olarak iki grupta sınıflandırılır.

Yağda eriyen vitaminler A D E ve K vitaminleridir. Genel olarak ısıya daha dayanıklıdırlar ve yağda eridikleri için vücutta depolanırlar. Aşırı tüketildiğinde vitamin zehirlenmesine yol açabilirler.

Suda eriyen vitaminler B ve C vitaminleridir. Suda eriyen vitaminler ısıya dayanıklı değildirler pişirildiklerinde besin değerlerinin önemli bir bölümünü yitirirler. Bu vitaminler vücudun gereksinimini karşılamak için günlük olarak tüketilmeleri gerekmektedir. Çünkü fazlası vücutta depolanmamakta idrarla atılmaktadır.

Yağda Eriyen Vitaminler

A Vitamini:

A vitamini hayvansal kaynaklı gıdalarda bulunan bir vitamindir. A vitamininin en iyi kaynakları karaciğer, balık yağı, yumurta, süt ve ettir. Havuçta bulunan betakaroten vücut ihtiyaç duyduğu anda kolaylıkla A vitaminine dönüştürülebildiği için özellikle vejetaryenler için iyi bir A vitamini kaynağıdır. Havuçla birlikte ıspanak, brokoli, domates, kayısı, portakal ve diğer koyu yeşil yapraklı ve sarı sebzeler A vitamini kaynağı olarak tüketilebilir.

Günlük A Vitamini İhtiyacı: A vitaminin günlük ihtiyacı 4000-5000 IU´dir.

1 porsiyon karaciğer yaklaşık 7 günlük A vitamini ihtiyacını karşılamaktadır. 1 adet yumurta günlük ihtiyacın yarısını, 1 adet orta boy havuç günlük ihtiyacın tamamını, 1 porsiyon çiğ yeşil yapraklı sebze 2 günlük ihtiyacı, 1 bardak süt ve 1 adet büyükçe kayısı günlük ihtiyacın %15´ini karşılamaktadır.

A Vitamininin İşlevleri:
  • Gözün değişik ışık durumlarında iyi görebilmesi için A vitaminine ihtiyaç vardır. A vitamini yetersizliği gece körlüğüne neden olur,
  • A vitamini büyüme için gereklidir,
  • A vitamini üreme için gereklidir,
  • A vitamini ve betakaroten kansere karşı koruyucudur,
  • Bağışıklık sisteminin iyi çalışabilmesi için A vitaminine gereksinim vardır,
  • Betakaroten anti oksidan özelliği nedeniyle kalp hastalıklarını önlemede etkilidirler,
  • A vitamini demir metabolizması ve troid hormonlarının işlevlerini yerine getirebilmesi için gereklidir.

A Vitamini Eksikliği: A vitamini karaciğerde depolanan bir vitamin olması nedeniyle eksikliği sık görülmemektedir. Herhangi bir nedenle uzun süre A vitamininden yoksun kalırsa gece körlüğü görülür. A vitamini yetersizliğinde enfeksiyonlara yatkınlık artmaktadır. Büyüme yavaşlar, kansızlık görülebilir.

A Vitamini Zehirlenmesi: A vitamini yağda eriyen ve vücut tarafından depolanan bir vitamin olması nedeniyle günlük ihtiyaçtan fazla alındığı durumlarda bazı problemler görülmektedir. Hamilelik döneminde günlük önerilen dozun 3-5 kat aşılması bile fetus (anne karnındaki bebek) için tehlikeli olabilmektedir. Özellikle hamileliğin ilk aylarında yüksek doz A vitamini daha tehlikelidir. Bu nedenle hamile olan ve hamile olmayı planlayan kadınlar A vitamini tüketimlerine özen göstermeli ve günlük önerilen dozu aşmamalıdırlar.

A vitamini fazlalığı belirtileri yetişkinlerde genellikle uzun süre yüksek doz (günlük ihtiyacın 3-10 katı) A vitamini tableti kullananlarda kemik ve kaslarda ağrı, iştahsızlık, deri hastalıkları, deride kuruluk, baş ağrısı, saç dökülmesi, karaciğerde büyüme ve kusma şeklinde görülmektedir.

Birkaç sefer çok yüksek dozda (günlük ihtiyacın 100 katı) A vitamini kullananlarda ise akut zehirlenme belirtileri görülmektedir. Bunlar sindirim sistemi bozuklukları, baş ağrısı, bulanık görme ve koordinasyon bozukluğudur. A vitaminin bir seferde 12 gram (günlük ihtiyacın 12.000 katı) alınması öldürücü olabilir.

D Vitamini:

D vitamini yağda eriyen ve karaciğerde depolanan bir vitamindir. Güneş ışığı ve balık yağı en iyi D vitamini kaynaklarıdır. Güneşli bir yaz gününde el, kol, yüz ve ayakların günde 10-15 dk. güneş ışığı görmesi yeterli D vitamini üretimini sağlayacaktır. Kış aylarında güneş ışınlarının eğik gelmesi nedeniyle güneşlenme yoluyla yeterli D vitamini sağlanamayabilir. Fakat yaz aylarında karaciğer tarafından depolanan vitamin kışın rahatlıkla kullanılacak ve eksikliği görülmeyecektir. Diğer D vitamini kaynakları karaciğer, yumurta sarısı ve süttür.

Günlük D Vitamini İhtiyacı: 51 yaşın altındaki yetişkinlerde günlük ihtiyaç 200 IU, 51 yaşın üzerindekilerde ise 400-600 IU olarak önerilmektedir. Bir yumurta sarısında 25 IU, 100 gram yağlı balıkta 300-1000 IU, 100 gram karaciğerde 100-400 IU D vitamini bulunmaktadır.

Bebekler doğum itibariyle kendilerine 6-9 ay yetecek D vitamini deposuna sahip olarak doğarlar. Fakat anne sütü çok az D vitamini içermektedir bu nedenle anne sütüyle beslenen bebekler 4-6 aylıktan itibaren güneş ışığına maruz tutulmalı yada doktor önerisiyle D vitamini desteği verilmelidir.

D Vitamininin İşlevleri:
  • En önemli işlevi kalsiyum metabolizmasını düzenlemesidir. D vitamini kalsiyumun kemiklere depolanmasında anahtar görevi görmektedir.
  • D vitamininin yüksek dozu sedef hastalığının tedavisinde kullanılmaktadır.
  • Bilim adamları tarafından D vitamininin deride tümör oluşumunu engellediği bildirilmiştir.
  • Bazı araştırmacılar D vitamininin meme, kolon ve prostat kanseri riskini azalttığını savunmaktadırlar.

D Vitamini Eksikliği: D vitamini yetersizliğinde iskelet sistemine ait bozukluklar görülmektedir.

Raşitizm: Genellikle süt çocuğu ve ilk yaşlarda görülür. Raşitizmde kemikler yumuşar ve kolay bükülebilir, bacaklarda X veya O biçimi çarpıklıklar meydana gelir. Dişler düzensiz ve geç çıkar, bıngıldak geç kapanır.

Osteomalasia: Daha çok yaşlılarda görülür. Kemikler raşitizme oranla daha yumuşaktır. Sık doğum yapan, yetersiz ve dengesiz beslenen ve güneş ışınlarından yararlanamayan kadınlarda daha sık olarak görülür.

D Vitamini Zehirlenmesi: Tıpkı A vitamini gibi vücutta depolandığı için yüksek dozları zehirlenmelere neden olabilir. Günlük ihtiyacın sadece 5 kat fazlası anne karnındaki bebek için tehlikeli olabilmektedir. D vitamini fazlalığı sonucu bebeklerde zeka geriliği, aort (kalpten çıkan ana atar damar) ve diğer atar damarlarda (vücuda temiz kanın dağıtılmasını sağlayan damarlar) daralmalar ve yüzün görünümünde değişiklikler olabilmektedir.

Güneş ışığına fazla maruz kalmakla D vitamini zehirlenmesi görülmez.

E Vitamini:

E vitamini yağda eriyen bir vitamindir. Isı ve ışığa karşı dayanıklıdır. Fakat ultraviyole ışınları karşısında kolayca bozulur. Bitkisel yağlar kızartmada kullanılırken E vitamini değerinde %10 civarında kayıp olur. Kızarmış yağlar ve besinler beklediği sürece daha fazla oranda vitamin değerini kaybetmektedir. E vitamini çok iyi bir antioksidandır.

En zengin E vitamini kaynakları; yeşil yapraklı bitkiler, yağlı tohumlar ve bunlardan elde edilen yağlar, sert kabuklu meyveler (fındık, ceviz), tahıl taneleri ve kuru baklagillerdir. Et, balık ve yumurtada da bir miktar E vitamini vardır.

Günlük E Vitamini İhtiyacı: Kadınlar için 12 IU, erkekler içinde 15 IU olarak belirtilmektedir. Bu oranlar günlük tüketilen besinlerle çok rahat alınabilecek oranlardır. Örneğin 30 gr. Çekirdekte 20 IU, bir yemek kaşığı ay çiçek yağında 10 IU, 30 gr bademde 10 IU E vitamini bulunmaktadır. Soya yağı E vitamini açısından oldukça zengindir, bir yemek kaşığında 25-30 IU E vitamini içermektedir.

E Vitamininin İşlevleri:
  • E vitamininin en önemi özelliği antioksidan olarak çalışmasıdır. Bu özelliği ile kanser riskini azaltıcı etkisi vardır.
  • A vitamininin oksidasyonunu önleyerek bu vitaminin organizmada etkisini artırır ve karaciğerde depolanmasına yardım eder.
  • Kansızlığın, artririn, inmenin, şeker ve kalp hastalıklarının önlenmesinde görev alır.
  • Alzaymer hastalığının belirtilerini geciktirir.
  • Astımda rahatlatıcı etkisi vardır.
  • Gözde güneş ışınlarının olumsuz etkisini azaltarak katarakt oluşumunu geciktirir.
  • Kanın akıcılığına yardımcı olur.
  • Sinir hücreleri ve bağışıklık sisteminin görevlerini tam olarak yerine getirebilmesi için E vitaminine ihtiyaç vardır.
  • Vit-E´nin yaşlanmayı önleyici etkisi vardır.

E Vitamini Eksikliği: Günlük ihtiyaç çok fazla olmadığından ve her gün tüketilen gıdalarda yeterli miktarda olduğundan E vitamini eksikliği insanlarda fazlaca görülmemektedir. Herhangi bir nedenle E vitamini eksikliği gelişirse bunun sonucunda kansızlık görülmektedir.

E Vitamini Zehirlenmesi: Bilim adamları günlük 800 IU´ye kadar E vitamininin zararsız olduğunu herhangi bir toksik etki göstermediğini belirmektedirler. Yüksek dozda E vitamini alınması K vitamininin metabolizmasını bozacağı için Özellikle antikoagülan kullananlarda olumsuz sonuçlara neden olabilir, kanamalara yol açabilir.

K Vitamini:

K vitamini kanın pıhtılaşma mekanizmasının iyi çalışabilmesi için gerekli bir vitamindir. K vitamini en çok şu besinlerde bulunur; karnabahar, brokoli, ıspanak, deniz yosunu, bezelye, çilek balık yağı, karaciğer, et ve yumurta.

Günlük K Vitamini İhtiyacı: Yiyecekler içinde bulunan K vitamini pişirmekle zarara uğramaz. K vitamini yağda eriyen bir vitamin olmasına karşın diğer yağda eriyen vitaminlerin aksine vücutta önemli ölçülerde depolanmamaktadır. Bu özelliğinden dolayı K vitamini günlük tüketilmesi gereken bir vitamindir.

K vitamini için günlük olarak alınması gereken doz 60-80 mg´dır. Bir servis pişmemiş karnabahar 300 mg, bir servis pişmiş brokoli 210 mg, bir servis pişmemiş ıspanak 120 mg, 30 gram karaciğer 30mg, bir yumurta 30 mg ve bir servis çileğin 20 mg K vitamini ihtiva ettiğini düşünürsek 60-80 mg olan günlük ihtiyacın yiyeceklerle karşılanması zor olmayacaktır.

K Vitamininin İşlevleri: K vitamininin vücuttaki bilinen en önemli fonksiyonu pıhtılaşma faktörü olarak çalışmasıdır. Bazı araştırmacılar D vitamini gibi K vitamininin de kalsiyum emilimini artırdığını bu özelliğiyle osteoporozun (kemin erimesi) önlenmesinde görev aldığını ileri sürmektedirler.

K Vitamini Eksikliği: K vitamini günlük tüketilen gıdaların içinde bol miktarda bulunduğu için ve barsaklarda üretildiği için insanlarda eksikliği çok sık olarak görülmemektedir. Uzun süreli antibiyotik kullanımı, aşırı kan kaybı (ameliyat, doğum ve yaralanmalar) ve K vitamininin emilim bozukluğu durumlarında eksiklik görülebilir.

Yeni doğan K vitamini eksikliği açısından risk grubudur. Çünkü henüz barsakları K vitaminini sentezlemeye başlamamıştır ve anne sütünde de yeterince K vitamini yoktur. Bu nedenle doğumda bebeğe K vitamini yapılır.

K Vitamini Zehirlenmesi: K vitamini yağda eriyen bir vitamin olmasına karşın vücutta depolanmadığı için zehirlenme belirtilerine de sıklıkla rastlanmamaktadır.

Suda Eriyen Vitaminler

Suda eriyen vitaminler B ve C vitaminleridir. B grubu vitaminler şunlardır. Tiamin (B1), riboflavin (B2), niasin (B3), pantotenik asid, biotin, B6 vitamini, folate (folik asid), B12 vitamini.

  • Isı, güneş ışınları ve pişirilme ile besin değerlerinin önemli bir bölümünü kaybederler,
  • Suda eridikleri için vücutta depolanmazlar, vücut ihtiyacı olanı kullanır fazlası idrar yoluyla atılır,
  • Bu nedenle günlük ihtiyaç her gün yiyeceklerle alınmalıdır.

B Grubu Vitaminler

B Vitamini Kaynakları:

Kepekli ekmek, bulgur, pirinç, makarna, nohut, mercimek, fasulye, badem içi, ceviz içi, ıspanak, patetes, koyun eti, süt, yumurta, karaciğer, böbrek, mantar, brokoli, karnabahar, mayalı besinler, peynir, balık, kümes hayvanları, portakal ve elma...

Güneş Işınları ve B Vitamini

Ultraviyole ışınları sütün içinde bulunan vitamini bozduğu için süt ve süt ürünleri plastik yada karton kutularla ambalajlanmalıdır, cam şişeler ultraviyole ışınlarını ilettikleri için uygun değildir.

B Vitamininin Görevleri
  • Karbonhidrat, yağ ve proteinlerin vücutta kullanılmasını sağlar,
  • Bazı vitamin ve minerallerin metabolizmasında görev alır,
  • DNA sentezinde görev alır,
  • Enzimlerin fonksiyonlarını yerine getirmesine yardımcı olur.
B Vitamini Eksikliği Yönünden Risk Grupları:
  • Alkolikler,
  • B vitaminleri açısından fakir beslenenler,
  • Hamileler,
  • Vejetaryenler.
B Vitamini Eksikliği:

Günlük tükettiğimiz gıdalar içinde bol miktarda B vitamini bulunduğu için eksikliği pek görülmemektedir.

B vitamini eksikliği alkoliklerde, vejetaryenlerde ve beslenme bozukluğu olan kişilerde görülmektedir.

B Vitamini Eksikliği Belirti ve Bulguları:
  • Sinirlilik, yorgunluk, kendini güçsüz hissetme, vücutta karıncalanma, kol ve bacaklarda güç kaybı,
  • Sinir sistemi bozuklukları,
  • Bunama, ishal, dermatit,
  • Çocuklarda büyümenin durması,
  • Bağışıklık sisteminin zayıflaması ve kansızlık.

Folate (folik asit):

  • DNA sentezinde, kırmızı kan hücrelerinin olgunlaşmasında ve hücre bölünmesinde görev alır.
  • Folik Asit eksikliğinde kansızlık görülür,
  • Folik asit eksikliğinde vücut savunmasında görev alan lokositlerin üretimi de bozulmaktadır. Dolayısıyla enfeksiyonlara karşı direnç azalmaktadır.
  • Ağız ve dilde görülen enfeksiyonlar, deri renklenmesinin bozulması, ishal, büyümenin yavaşlaması, depresyon ve sinir sistemi fonksiyonlarında bozukluk folik asit eksikliğinde görülen diğer bulgulardır.

Günlük folate ihtiyacı 400 mikrogramdır. Folik asitten en zengin besinler karaciğer, kuru baklagiller, marul, ıspanak, brokoli, karnabahar gibi sebzeler, portakal ve çekirdektir. Folate ısıya, oksidasyona ve ultraviyole ışınlarına dayanıksız olduğundan besinler pişirildiğinde vitamin değeri %50-90 oranında azalmaktadır. Bu nedenle folik asit yönünden zengin gıdaları mümkün olduğu kadar çiğ tüketmek gerekmektedir. Pişirmek gerektiğinde de en kısa sürede ve az bir miktar su ile pişirmek gerekmektedir.

Hamilelik ve Folik Asit:
  • Hamileliğin ilk bir ayında folik asit hayati öneme sahip bir vitamindir.
  • Bu dönemdeki folik asit eksikliği bebeklerde spina bifidaya neden olmaktadır.
  • Hamilelik öncesinde ve hamileliğin ilk 3 aylık döneminde folik asit alımı %75 oranında spina bifidayı önlemektedir.
Epilepsi (sara) ve Folik Asit:

Epilepsi tedavisi gören kişilere folate tableti verildiğinde bu kişilerin kriz geçirdikleri belirtilmiştir.

B-12 Vitamini:

B 12 vitamini suda eriyen bir vitamin olmasına rağmen vücutta depolanmaktadır. Hayvansal besin tüketen kişiler karaciğerlerinde kendilerine 2-3 yıl yetecek B-12 vitamini depolarlar. Yaşlılıkta B-12 emilimi azalacağından yaşlı kişilerde B-12 eksikliği açısından risk grubudurlar. Ayrıca büyüme ve gelişme geriliği gösteren bebeklerle, anoreksik gençler ve HIV virüsü taşıyanlarda B-12 eksikliği yönünden değerlendirilmelidir.

B-12 Vitamininin Görevleri:
  • Folik asit metabolizmasında görev alır,
  • Sinir liflerini koruyan miyelin kılıfının oluşumunda yer alır,
  • Eksikliğinde kansızlık ve sinir dejenerasyonu ve buna bağlı belirtiler görülür.
  • Güçsüzlük, kırmızı ve ağrılı dil, kilo kaybı, anoreksiya, ishal ve kol ve bacaklarda görülen yanma, batma ve uyuşukluk hissi, yürümede güçlük, hafif bunama ve hafıza kaybı B-12 eksikliğinde görülen belirti ve bulgulardır.
  • Tedavi edilmezse felç ve ölüm kaçınılmazdır.
B-12 Kaynakları:

B-12 vitamininin en iyi kaynağı hayvansal besinlerdir, et, kümes hayvanları, deniz ürünleri ve yumurta en iyi B-12 vitamini kaynaklarıdır.

C VİTAMİNİ:

C Vitaminini insanlar, kuşlar, yarasalar ve balıklar haricindeki diğer canlılar kendi vücutlarında üretebilmektedirler. İnsanlar C- vitamini ihtiyacını besinler yoluyla karşılar. C vitamini suda eriyen bir vitamindir ve vücutta depolanmaz bu nedenle günlük ihtiyaç besinlerle dışardan alınmalıdır.

C Vitamini Kaynakları:

Çilek (bir kase)95 mg, Kivi (orta boy)75 mg, Portakal (orta boy)70 mg, Portakal suyu (yarım bardak)50 mg, Greyfurt (orta boyun yarısı)40 mg, Greyfurt suyu (yarım bardak)35 mg, Kırmızı ya da yeşil biber (yarım kase) Çiğ65 mg -Pişirilmiş50 mg, Brokoli (yarım kase, pişmiş)60 mg, Brüksel lahanası (yarım kase, pişmiş)50 mg, Bezelye (yarım kase, pişmiş) Taze 40 mg-Dondurulmuş 20 mg, Patates (bir orta boy, pişmiş)25 mg.

C Vitamininin Görevleri:
  • Demirin ince barsaklardan emilmesine yardım eder,
  • Vücut hücrelerinin büyümesine ve görevlerini yapmalarına yardım eder,
  • Enfeksiyonlarla ve stresle mücadelede etkilidir,
  • Genel olarak sağlığın korunmasına yardım eder,
  • Kansere yakalanma riskini azaltır.
Günlük C Vitamini İhtiyacı:
  • Günümüzde, 15 yaş ve üzerindekilerin çoğuna günde 60 mg C vitamini önerilmektedir,
  • Hamile kadınlar (70 mg),
  • Bebeğini anne sütüyle besleyenler (90-95 mg) ve
  • Sigara içenlerin günlük C vitamini gereksinimleri daha fazladır.

Ulusal Sağlık Enstitüsü uzmanları C vitamini miktarının günde 60 mg´dan 100-200 mg´a artırılması gerektiğini ileri sürmektedir.

C Vitamini Eksikliği:
  • Diş eti kanaması görülür,
  • Yaralar geç iyileşir,
  • Deri ile ilgili problemler görülebilir,
  • Dişler zayıflar,
  • Eklemler hassaslaşır ve
  • Enfeksiyon oluşur.

MİNERALLER

Vücut fonksiyonlarının sürdürülebilmesi için diğer besin öğelerinin yanında minerallere de ihtiyaç vardır.

Vücut Fonksiyonları İçin Gerekli Mineraller: Kalsiyum, Demir, Sodyum, Potasyum, Çinko, Bakır, Krom, Fosfor, Magnezyum, Manganez, Selenyum, Klor, Molibden, İyot ve Flor.

Kalsiyum:

İnsan vücudu kalsiyum üretemediğinden günlük kalsiyum ihtiyacımızı yiyecekler yoluyla dışardan almak durumundayız.

  • Süt ve süt ürünleri
  • Sardalye
  • Salmon
  • Tofu
  • Kuru baklagiller
  • Brokoli
  • Dolmalık biber
  • Koyu yeşil yapraklı sebzeler kalsiyum kaynaklarıdır.
Günlük Kalsiyum İhtiyacı:

11–24 yaş: 1.200–1.500 mg
25 yaş – Menopoz: 1.000 mg

Menopoz sonrası

Östrojen kullananlar: 1.000 mg
Östrojen kullanmayanlar: 1.500 mg
65 yaş ve yukarısı: 1.500 mg

Kalsiyum Kaybı:

Günlük aktivitelerimizi sürdürürken şu yollarla kalsiyum kaybederiz: Deri değişimi, tırnaklar, saç, ter, idrar ve gaita.

Kalsiyum Mineralinin Fonksiyonları:
  • Kalp atımını düzenler,
  • Sinir uyarılarını iletir,
  • Kan pıhtılaşmasına yardım eder,
  • İskelet sistemini oluşturur
Kalsiyum Eksikliğinde:

Kemik kırılması, kas krampları, bel Ağrısı ve osteoporoz (kemik erimesi) görülür.

Demir:

Demir Kaynakları:

Karaciğer, kırmızı et, yumurta, kurubaklagiller, pekmez, yeşil sebzeler, domates ve kuru yemişler.

Demir´in Görevleri:
  • Kanda oksijen taşınmasına yardımcı olur,
  • Bağışıklık sistemine yardım eder,
  • Karaciğerin vücuda giren zehirli maddelerin etkisini gidermesi için demir´e ihtiyaç duyar.

Demir Eksikliği: Vücut fonksiyonlarını yerine getirebilmek için ihtiyaç duyduğu demir mineralini yeterince alamazsa şu sorunlar görülür;

  • Kansızlık,
  • Çocuklarda öğrenme sorunları,
  • Konsantrasyon zorluğu,
  • Depresyon,
  • Yorgunluk ve
  • İsteksizlik

Demir Fazlalığı: Demi minerali çok fazla tüketilirse;

  • Karaciğer bozukluğu,
  • Eklem ağrıları,
  • Deri renginde koyulaşma,
  • Şeker hastalığı ve
  • Cinsel sorunlar görülebilir.
Demir ve C Vitamini:
  • C vitamini demir emilimini artırır,
  • Çay içinde bulunan tanin demir emilimini engeller. Bu nedenle çay yemeklerden en az 1 saat sonra içilmelidir,
  • Demir sebzelerin kabuğuna yakın yerde daha çok bulunur. Bu nedenle patates gibi sebzeler kabuğu ile haşlanmalıdır,
  • Gıdaların haşlama suyunun dökülmesi demir kaybına neden olur.

Sodyum:

Genellikle sofra tuzu olarak vücudumuza aldığımız sodyum kaynakları aşağıdaki gibidir.

Tuzlu çerezler, zeytin, turşu, salamura ürünler, tuzlanmış balık, peynir, salam ve sosis gibi et ürünleri, et su tabletleri, soya sosu gibi soslar, kabartma tozu, karbonat ve kolalı içecekler.

Sodyum´un Görevleri:
  • Vücudun sıvı dengesini ve
  • Sinir hücreleri arasındaki iletimi sağlar.
Sodyum Yetersizliğinde:

Sodyum yetersizliği sık rastlanan bir durum değildir. Uzun süreli kusma ve ishal durumlarında ve aşırı terleme sonucu sodyum yetersizliği görülebilir.

  • Kas krampları, bulantı, kusma ve baş dönmesi,
  • Aşırı yetersizlik şok ve komaya neden olabilir.

Sodyum´un Fazla Alınması:

Normalde ihtiyacımız olandan çok fazla tuz tüketmekteyiz. Fazla sodyumun; Tansiyon üzerine olumsuz etkisi vardır.

Dışardan ilave olarak hiç tuz almasak bile ekmek ve gıdaların içinde bulunan tuz ihtiyacımızı karşılamaya yeter. Sofradan hatta evlerden tuzluğu kaldırmak gerekir. Yemeklere ilave edilen tuz miktarı yavaş yavaş azaltılmalı onun yerine bir baharat eklenmelidir.

Selenyum:

Selenyum antioksidan bir mineraldir. Balık, sakatatlar, hindi, tahıllar, brokoli, lahana, kereviz, salatalık, soğan, sarımsak, turp, mantar, yumurta ve ay çekirdeği selenyum yönünden zengin gıdalardır.

Selenyum´un Görevleri:
  • Bağışıklık sistemini güçlendirir,
  • Kanser, felç ve kalp hastalığından korur,
  • Sperm yapımı ve hareketi için gereklidir.
Selenyum Yetersizliği:

Yorgunluk, sinirlilik, kalp kasıyla ilgili sorunlar ve kas ağrıları selenyum eksikliğinde görülebilecek bulgulardır.

Selenyum Fazlalığı:

Saç dökülmesi, bulantı ve kusma, güçsüzlük, deri döküntüsü ve siroza neden olabilir.

İyot:

Deniz ürünleri, iyotlu tuz, süt ürünleri ve tahıllar iyot yönünden zengin gıdalardır.

İyot´un Görevleri:
  • İyot, troit hormonlarının yapısına girer,
  • Büyüme, gelişme, protein yapımı ve kemik gelişimi için gereklidir.
İyot Yetersizliği:

Sürekli yorgunluk, guatr hastalığı ve zeka geriliği görülebilir.

İyot´un Fazla Tüketilmesi:

Hamilelik sırasında fazla alınırsa bebekte tiroit bezinin büyümesi, cücelik ve zeka geriliği görülebilir. Bu nedenle hamilelik döneminde iyot tüketimi konusunda dikkatli olunmalıdır.

Flor:

Deniz ürünleri ve çay en iyi flor kaynaklarıdır.

Flor´un Görevleri:
  • Kemiklerin sağlamlığı ve
  • Dişlerin bakterilere ve çürümelere karşı korunması için gereklidir.
Flor Yetersizliği:

Kemik ve diş sorunları görülür.

Flor Fazlalığı:

Dişlerde siyah lekelere neden olur. Çok yüksek doz flor dişlerde yumuşama ve dökülmeye, kemiklerde ağrılara neden olur.

BESİN ÖĞESİ KAYIPLARINI ÖNLEMEK İÇİN NE YAPMALIYIZ

Gıdalar alındıktan sonra ne kadar kısa sürede tüketilirlerse besin kaybı o kadar az olur. Hemen tüketilmeyecek gıdalar buzdolabında, dondurmaya uygun olanlar dondurucuda saklanmalıdır. Hasattan hemen sonra dondurulmuş gıdalar depolarda bekletilenlerden daha zengin olur. Dondurma işleminden önce uygulanan kısa süreli haşlama besin öğelerini korur. Ön haşlama vitaminlerin bozunmasına ve gıdaların lezzetinin, renginin değişmesine neden olan enzimleri yok eder.

Besinleri satın alırken;
  • Taze olmasına, son kullanma tarihinin geçmemiş olmasına, rengi, kokusu ve görünüşünün normal olasına,
  • Süpermarketlerden alışveriş ederken et, süt, ve sebze gibi kolay bozulan ürünleri en son almaya,
  • Taş gibi sert olan donmuş ürünleri almamaya dikkat edilir.
  • Bombe yapmış konserve kutuları almayın. Zehirlenme yapar. Bir tuz tanesi kadar miktar öldürücüdür.
Besinleri saklarken;
  • Gıdalar satın alındıktan hemen sonra buzdolabına yerleştirilir. Meyve ve sebzeler toplandıktan sonra içlerindeki enzimler vitaminleri parçalamaya başlar. Soğukta tutma parçalanma sürecini yavaşlatır.
  • Süt buzdolabında ışıktan uzakta tutulur. Işık sütteki A ve B-2 vitaminlerinin bozulmasına neden olur.
  • Gıdalar buzdolabında hava ve nem geçirmeyen kaplarda saklanır. Hava ve nem vitaminlerin bozunmasına neden olur.
  • Buzdolabını tıka basa doldurmamalıdır. Hava akımının engellenmesi gıdaların bozulmasına neden olur.
  • Kıyma 1-2, et ve tavuk 3-4 günden fazla buzdolabında beklemez.
  • Donmuş gıdalar buzdolabında çözdürülür. Oda ısısında çözdürülen gıdalar besin kaybına ve mikropların hızla üremesine neden olur. Donu çözülmüş gıdalar tekrar dondurulmaz. Pişirilmeleri ve tüketilmeleri gerekir. Buzdolabı temizlenirken dondurucudaki gıdalar buz kaplarında bekletilir.
  • Kuru ve konserve gıdalar nemsiz, fazla ışık almayan ve yerden yüksek raflarda tutulur.
  • Bozulmuş, küflenmiş gıdalar atılır.
Hazırlarken;
  • Çürümediği koşullarda sebzelerin dış yaprakları atılmaz. Sebzelerin dıştaki koyu renkli yaprakları içteki açık renklilerden daha çok vitamin ve mineral içerir. Patates, elma gibi kabuklu sebze ve meyvelerin kabuğa yakın yerlerinde daha çok besin öğesi vardır. Kabuğu ile yenebilenler çok iyi yıkanarak (yıkama ile kir, mikrop ve ilaç kalıntıları gider) tüketilir.
  • Meyve sebzeler çok küçük parçalara kesilmez. Gıdanın hava ile temas eden yüzeyi ne kadar çoksa vitamin kaybı da çok olur. Marulu el ile doğrayın.
  • Ispanağı yıkarken sadece kökünü kesin. Doğranarak yıkandığında vitaminleri gider. Tuzla ovmak, haşlama suyunu dökmek vitaminleri ve besinleri yok eder.
  • Üzerinde et doğranan tahta sebze ve salata, ekmek kesmede çok iyi yıkanmadıkça kullanılmaz. Tahtanın arasına etin bakterileri girer ve diğerlerine bulaşır.
Pişirirken;
  • Sebzelerin çoğu su olduğundan az suyla veya susuz pişirilir. Çelik tencerede susuz pişen sebzelerin besin değeri alüminyum ve düdüklü tencerede pişenden daha yüksektir.
  • Sebzeler ve makarna haşlanmışsa suyu dökülmez. Bunlar çorbalarda veya su gereken diğer yemeklerde kullanılır. Hem yemeklerin lezzeti artar hem de suya geçen besin öğelerinden yararlanmış olunur.
  • Patates haşlanacak ise iyice yıkanarak kabuğu ile haşlanır. Yemek yapılırken çok ince soyulur. Kızartmak için doğranıp suda bekletilen patateslerin C vitamini suya geçerek kaybolur.
  • Rengini korumak veya kolay pişirmek için nohuda kuru fasulyeye, sebzelere soda eklenmez. Sodanın oluşturduğu bazik ortam B1 ve C vitaminlerinin kaybına neden olur.
  • Gıdalar mümkün olduğunca tekrar ısıtılmaz. Besin kaybını önlemek için bir öğünde tüketilecek şekilde hazırlanır. Fazla hazırlanan yemek dondurulabilir.
  • Konserve sebzelerin suyu dökülmeyip çorba ve sos hazırlamada kullanılabilir.
  • Sık kızartma yapmayın. Kızartmalar çok yağ çektiğinden zararlı olduğu gibi tekrar kullanılan yağlar kanserojen olabilmektedir.
Sağlıklı Beslenme Önerileri:
  • Öğün atlamayın, sık sık ve az yiyin,
  • Yemeklerinizi yavaş yiyin iyice çiğneyin,
  • Lokmalarınızı küçük tutun,
  • En az 2 litre su için,
  • Mümkün olduğunca fazla hareket edin,
  • Besin değeri yüksek, kalorisi az besinlere yönelin,
  • Az yağlı yiyin. Doğru yağları, doğru zamanda yiyin,
  • Kilonuzu sabit tutmaya çalışın,
  • Meyvenizi yemeklerden en az 2 saat sonra yiyin,
  • Daha çok lifli yiyecekler tüketin,
  • Aşırı protein tüketimini azaltın,
  • Kompleks karbonhidratları tercih edin,
  • Şeker ve şekerli yiyeceklerden uzak durun.

HASTANIN BESLENMESİ

Vücudumuzun işlevlerini yerine getirebilmesi ve yaşamımızı sürdürebilmek için besin öğelerine ihtiyaç duyarız. İhtiyacımız olan bu besin öğelerini yediğimiz gıdalardan alırız. Çoğumuz için yemek yemek bir zevktir. Karnımız aç iken sevdiğimiz bir yemekten söz edilmesi yada sevdiğimiz bir yemeği düşünmemiz sindirim sağlılarımızı artırarak daha fazla acıkmamıza ve iştahımızın açılmasına neden olur. Oysa hastalık durumlarında vücut fonksiyonlarının bozulmasıyla birlikte, çoğu zamanda iştahımızda azalır ve en sevdiğimiz yiyecekleri bile yemek istemeyiz. Hastalık durumunda iştah azalmasına rağmen vücudumuzun hastalık etkeniyle savaşabilmesi ve eski gücüne kavuşabilmesi için besin öğelerine her zamankinden daha çok gereksinimimiz vardır. Bu nedenle hasta kişilerin beslenmesine, alınan gıdaların ihtiyaçları karşılamasına özellikle dikkat edilmelidir.

Hastanın İştahının Açılmasına Yardımcı Olma:
  • Hastanın rahat olmasını sağlayın,
  • Hastanın temiz olmasına dikkat edin,
  • Yemek servisinden önce mutlaka ellerinizi yıkayın,
  • Hastanın ağrılı bir dönemini yemek saati olarak belirlemeyin,
  • Pansuman lavman gibi tıbbi uygulamalardan hemen önce ve sonra yemek yedirmeyin,
  • Odanın havalandırılmış olmasına özen gösterin,
  • Yemeğin sunumuna özen gösterin,
  • Hastanın zevklerini göz önünde bulundurun.
Hastanın Yemek Yemesine Yardım Etme:
  • Hastanın sağlık durumu iyi ise servis yapılır ve yemeğini kendi yemesi beklenir,
  • Hastaya kısmen yardım edilebilir; yumurtasını soymak, etini kesmek gibi,
  • İçeceklerini daha rahat içmesi için pipet kullanılabilir,
  • Hastanın istekleri sorulmalıdır,
  • Hasta görmüyorsa, sonraki lokmanın hazır olduğunu belirtmek için işaretleşme yöntemi kullanılabilir.

İştahsızlık:

Mide rahatsızlığı gibi fizyolojik nedenlerle, kullanılan ilaçların etkisiyle, ruhsal sorunlar ve yemekten iğrenme sonucu iştahsızlık görülebilir.

Mide Bulantısı:

Kusma isteği ile beliren bir rahatsızlıktır. Fizyolojik bir rahatsızlık sonucu olabileceği gibi, psikolojik nedenli de olabilir. Bulantı sırasında hastaya yemesi için ısrar edilmemelidir.

Kusma:

Midedeki maddelerin ağız yoluyla, hızla dışarı atılmasıdır. Tıpkı mide bulantısı gibi fizyolojik bir rahatsızlık, hastalık nedeniyle olabileceği gibi, kötü kokular, tatlar ve görünüm de bulantı ve kusmaya neden olabilir.

Hasta yatar pozisyonda kusuyorsa başını yan çevirerek kusmuğun akciğerlere kaçması önlenmelidir. Hasta kustuktan sonra hemen ağız bakımı yapılmalı, kirlenmiş kıyafetleri ve yatak takımları değiştirilmelidir. Oda havalandırılmalı, kirli malzemeler hasta odasından çıkarılmalıdır. Hasta kendini iyi hissettikten sonra yemek yedirilmelidir.

Hasta Ağızdan Beslenemiyorsa:

Hasta besinleri ağızdan alamıyorsa, diğer yöntemlerle beslenir. Buda iki türlü gerçekleştirilmektedir.

  • Tüple besleme
  • Damardan besleme

Tüple Besleme:

Sindirim organları çalışan fakat ağızdan yiyecek alamayan hastaların beslenmesi, besin maddelerinin doğrudan mideye yada bağırsaklara verilmesi suretiyle gerçekleştirilir.

Sıklıkla hasta burun yoluyla mideye iletilen lastik bir sonda ile beslenir.

Tüple Beslemede Temel İlkeler:
  • Sonda ile verilen besin sulu olarak hazırlanır,
  • Ağızdan alınan ilaçlar da bu karışıma konabilir,
  • Hastanın başı en az 30-45 derece kaldırılır,
  • Beslenme işlemi bittikten sonra 30-45 dakika daha hasta aynı pozisyonda tutulur,
  • Beslenme solüsyonu oda ısısında olmalıdır,
  • Beslenmeden önce tüpün yerinde olup olmadığı kontrol edilmelidir,
  • Her beslenmeden sonra tüpün içinden su geçirilerek tüp temizlenmelidir.

Damar Yoluyla Beslenme:

Besinlerin sindirim sistemine verilmesinin sakıncalı olduğu durumlarda (sindirim sistemi hastalıkları, bazı ameliyatlar ve cerrahi girişimler gibi) hastanın ihtiyaç duyduğu besinler toplar damar yoluyla verilir. Bu yöntemle besin öğeleri kana kullanılmaya hazır şekilde verilmektedir.


 

DEZENFEKSİYON

Sağlık nedir ?:

Kişinin Bedensel ve zihinsel olarak tam bir iyilik halidir.

Hastalık nedir ?:

Çeşitli nedenlerle sağlığın bozulmasıdır.

Bulaşıcı Hastalık nedir?:

İnsandan insana veya hayvandan insana geçe bilen hastalıklardır.

Mikrop Nedir?:

Gözle görülemeyen ancak mikroskop denen bir alet yardımıyla görülebilen çok küçük canlılara mikrop denir. Doğada zararlı ve zararsız bir çok mikrop bulunmaktadır.

Bunlar: Bakteriler, Virüsler, Mantarlar ve Parazitlerdir.

Mikroplar Vücudumuza Nasıl Girer?

Mikropların birçok giriş yolu vardır

  1. Yıkanmamış ellerler (özellikle tuvalet sonrası).
  2. Bozuk gıdalar ve kirli sularla.
  3. Hasta insan, ve bunların eşyalarına temasla.
  4. Hayvan ve bunların dışkıları ile temasla
  5. Hava yoluyla.

Mikroplardan Korunmak İçin El Temizliğine Dikkat etmeliyiz:

Mikroplar, kirli ellerin dokunduğu her yerde hastalık oluşturabilirler. Mikroplar besin maddeleri ve eşyalara dokunan kişilere geçerek onların da hastalanmalarına neden olabilirler. Hastaların özellikle yaşlı ve çocukların mikroplardan korunması çok önemlidir. Bu nedenle sağlığımız için ve bakımına yardımcı olacağımız kişilerin sağlığı için ellerimizi sık sık yıkamalı, tırnaklarımızı kesmeli ve özellikle diplerini temiz tutmalıyız.Tuvaletten önce ve sonra mutlaka ellerimizi yıkamalı hastanın altını temizlerken eldiven kullanmalı ve eldivenleri hasta atık torbasına atmalıyız. Eldiven kullanılması yeterli değildir eldivenleri çıkardıktan sonra eller mutlaka yıkanmalı ve gerekiyorsa alkolden geçirilmelidir.

Çevremizin Dezenfeksiyonu

Deterjan özelliği olan bir kimyasal madde ile çevrenin ve hasta eşyalarının temizlenerek üstlerindeki mikropların en aza indirilmesine denir.

Yaşadığımız ortamın temizliği sağlığımızı doğrudan etkiler. Bilinçli yapılmayan temizlik var olan kirliliği daha geniş yüzeylere yayılabilir. Özellikle hasta ortamın temizliği olabildiğince sık yapılmalıdır.Temizlik yapılırken toz kalkmamsı ve yerdeki ve çevredeki mikropların havalanarak hasta eşyalarına bulaşmamasına dikkat etmelidir. Hastaların idrar dişkı gibi çıkartılarının yere dökülmesi halinde çamaşır suyu ile temizlik en idealidir. Tüm mobilya ve malzemeler ortama yerleştirilirken, temizlik için kolaylık sağlama düşüncesiyle, özenle yerleştirilmelidir. Önce görünen kirler temizlenir; ileri temizlik, aşamalı olarak uygun sırayla gerçekleştirilir.

Deterjanların doğayı kirleten ve bozan zehirli maddeler olduğundan gereksinimi karşılayacak en az miktarda kullanılmalıdır. Temizlik işlemi sırasında arap sabunu ile hazırlanmış temizlik suyuna hiç bir zaman çamaşır suyu karıştırılmamalıdır. Karıştırılırsa etkileri azalacağı gibi ortama zehirli gazların oluşumuna neden olabilir. Deterjanlar kullanılırken ya da kullanıldıktan sonra mümkünse hasta odası havalandırılmalıdır.Hasta eşyaları alkol içeren eczaneden temin edilebilecek ya da hastanın doktorunun ya da hemşiresinin önereceği bir madde ile temizlenmelidir.

Temizlik bezleri ısıya dayanıklı, tüy bırakmayacak, yumuşak pamuklu kumaşlardan yapılmış sağlam bezler olmalıdır. Hasta eşylarına kullanılan bezler ile mutfak bezleri ve yer bezleri ayrı olmalı , biri diğerinin yerine kesinlikle kullanılmamalıdır. Kirlendikçe su ve sabun ya da deterjanla temizlenip durulanarak kullanılır. Temizlik fırçaları esnek ve hareketli ,ısıya dayanıklı olmalıdır. Bu özellikleri bozulduğunda kullanılmayıp yenilenmelidir.Temizlik sırasında sıcak su kullanılmalı ve temizliği yapılan yüzeyler sonunda kuru olarak bırakılmalıdır.Islak yerlerde mikropların üremesi daha kolay olur.

Evlerde eskimiş yüzeylerde oluşan gözenek, delik ve çatlaklar haşerelerin yerleşerek çoğalması için çok uygun ortam oluştururlar.. Bu nedenle özellikle bağışıklık sisitemi etkilenmiş hastalar için ilaçlama yapılmalıdır. Ancak bu işlem sonrasında yeterli havalandırma ve arınma yapılana kadar hasta başka bir ortama götürülmelidir.

YİYECEK VE İÇECEKLERİN DEZENFEKSİYONU

Yiyecek ve içeceklerin özellikle yaşlı ve cocuklarda hastalık yapıcı mikroplarla bulaşmamış olması cok önemlidir..Yine açık su kullanmak sağlık açısından güvenli değildir. Böyle suların kullanılma zorunluluğu varsa mutlaka kaynatılmalıdır. Kaynamaya başladıktan sonra 3-5 dakika kadar daha kaynatılıp soğutularak içilmelidir.

Besin maddelerinde çok sayıda mikroorganizma bulunabileceği unutulmamalı ve çok iyi yıkanmalıdır.

Mutfakta alınması gereken sağlık önlemleri içinde, yiyecek maddelerinin temizliği özel bir önem taşırsa da, mutfaktaki tüm malzemelerle yüzeyler ve zeminin temizliği en az diğer önlemler kadar önemlidir.

Çamaşır suyu en iyi temizlik maddesi ve dezenfektan olarak düşünülebilir. Hastanın kullandığı bazı eşyalar ,ve tuvaleti çamaşır suyu ile temizlenmelidir.

Eller, diğer vücut yüzeyleri, ağızları, burunları, dışkı ve giysileri aracılığıyla yiyeceklere mikroplar bulaşabileceğinden işlem öncesinde ellerin yıkanması şarttır. Ellerinde kesik ve yara bandı olanlar yiyecek hazırlamamalı, yemek hazırlama sırasında sigara içmemeli, saçlar ve buruna temas etmemeli, yemeklerin tadına bakılması gerektiğinde temiz bir kaşık kullanıp sonra hemen yıkamalıdır.Hastanın ağızından ya da hastaya kendi ağızımızdan çıkan kaşık ve çatalın kullanılmaması gerekir.

ATIKLAR

Evlerde ve sokaktaki çöpler ve diğer insan atıkları her zaman mikropların yuvası olarak kabul edilmelidir. Yemek ve bulaşık atıkları mikropların çok sevdikleri ortamlardır. Atıkların üzerlerinde var olan ve üreyen mikroplar suya, ellere, yiyeceklere geçerek hastalıklara neden olurlar. Bu nedenle el yıkama ile birlikte su ve besin temizliğinin yanı sıra çöplerin ve insan atıklarının uygun şekilde yok edilmesi de bulaşıcı pek çok hastalığa yakalanmamak için gereklidir. Çöplerin toplanması ya da atılmasından sonra eller yıkanmadan kesinlikle hastaya dokunulmamalı ilaç ,yemek v.s. verilmemelidir.

Temiz boş naylon torbaların başka kullanım için saklanması, temiz olmayanların atılmadan önce katlanıp bağlanmalıdır. Cocuk bezleri ve kadın bağları da naylon torbaların içinde, ağzı düğümlenerek atılmalıdır. Çöplerin toplanması için hazırlanmış yerler dışında bir yere kesinlikle çöp bırakmamalıdır. Hasta atıklarının kırmızı poşetlere konarak ayrı atılması ya da belediye tarafından toplanması gerekir.Hasta atıklarına dokunurken eldiven kullanılmalıdır.

SAĞLIKLI YAŞAMAK İÇİN HİJYEN NEDİR, NE ÖNEMİ VARDIR?

 

Sağlıklı olmak, insan mutluluğunun öncelik taşıyan bir öğesidir. Sağlık genellikle kendiliğinden var olan bir durum olarak algılanır. Oysa sağlıklı olma için çaba gösterilmesi gerekir. Sağlıklı bir yaşam için alınması gereken önlemlerin pek çoğu günlük yaşamımızda uygulamamız gereken küçük ve kolay uygulamalardan oluşur. Nerede olursa olsun günlük yaşamı düzenleyen bazı temel kuralların bilinerek uygulanması, sağlığın korunmasını ve diğer bireylerle paylaştığımız yaşamı kolaylaştırır. Bu kurallardan en önemli bazıları beden temizliği, sağlıklı beslenme, bedensel ve zihinsel çalışma, düzenli yaşam, sigara, alkol, uyarıcı ve uyuşturucu maddelerden uzak durma, kazalardan korunma, sorunlarla başa çıkmada doğru ve uygun yöntemler kullanmadır.

Sağlığa zarar verecek ortamlardan korunmak için yapılacak uygulamalar ve alınan temizlik önlemlerinin tümü hijyen olarak tanımlanır.

Her insan kendi temizliğinden sorumludur. Çocuk yaşlarda anne, baba veya öğretmenler tarafından çoğu zaman bizzat yapılarak öğretilen temizlik uygulamalarının, çocukluktan sonra bireyin kendisi tarafından yapılması gerekmektedir. Örneğin; tuvaletten sonra ve yiyeceklere dokunmadan önce ellerin yıkanması bir alışkanlık olmalıdır. Her gün yapılan işler arasında banyo yapma bir başka temizlik uygulamasıdır.

Temizliğin sadece görünür kirlenme olduğunda yapılması yeterli değildir. Örneğin; uykudan uyanınca yüzün yıkanması, çamaşırların değiştirilmesi, gündelik temizlik uygulamalarıdır.

Su ve sabun olmadan temizlikten bahsetmek olası değildir. Gelişmiş toplumlarda kişisel temizlikte en fazla kullanılan malzemelerin başında su ve sabun gelmektedir. Bunun yanı sıra banyo süngerleri, lifleri, diş fırçaları, el ve ayak temizliği ile vücut temizliğinde kullanılan fırçalar, tırnak makası ilk akla gelen temizlik araçlarıdır. Bunların tümü başkalarıyla paylaşılmaması gereken, kişisel temizlik araçlarıdır.

Başta kişinin kendi sağlığı olmak üzere, başkalarının da sağlığını korumanın en önemli aracı temizliktir. Sadece beden temizliği değil, kullanılan her şeyi ve her ortamı temiz tutmak da temiz olmanın gereğidir.

CİLT TEMİZLİĞİ

Vücuda ait kişisel temizlik ile pek çok hastalığın önüne geçilmektedir. Birkaç örnek vermek gerekirse; ishalli hastalıklar, soğuk algınlıkları, cildin mikrobik hastalıkları, cildin mantar, uyuz ve bitlenme gibi parazitlerle oluşan hastalıkları ve bazı allerjik hastalıklar sayılabilir. Uygun vücut temizliği bir çok deri sorununu ve hastalığını önleyici ve ortadan kaldırıcı bir önlemdir.

Kişisel temizlik alışkanlıklarının önlediği diğer bir sorun vücut kokusudur. Vücut kokusu vücut yüzeyinde bulunan mikropların teri parçalamasına bağlı olarak meydana gelmektedir. Koku meydana getiren vücut bölgeleri öncelikle ayaklar, kıl köklerinin yoğun olduğu kasık ve koltuk altlarıdır. Her gün banyo yapılamadığı durumlarda koltuk altı önce sabunlu bir bezle, sonra su ile iyice silinmeli ve temizlenmelidir. Deri üzerine daha sonra bir deodorant veya ter önleyici uygulanabilir. Deodorantlar kokuyu sadece maskelerler. Bu nedenle temizlik aracı olarak değil, geçici bir uygulama olarak değerlendirilmelidirler. Giysilere sinen ter kokusu, beden temizliği yapılsa bile, aynı giysinin temizlenmeden tekrar kullanılması halinde kalıcı olur. Özellikle sık yıkanmayan kalın kazaklar kullanılırken bu nedenle özen gösterilmelidir. Vücudun terleme oranının artması kokunun da artması anlamına gelecektir. Ancak insan bir süre sonra kendi kokusuna duyarsızlaşır. Yoğun bedensel çalışma vücuttan çıkan ter miktarının artmasına neden olmaktadır. Bedensel etkinliği fazla olmadığı halde, bazı bireylerin ter bezi salgısı fazla olabilir. Bu durum ergenlik ve menapoz durumlarında özellikle ortaya çıkabilir.

YÜZ, GÖZ VE KULAK TEMİZLİĞİ

Her sabah yataktan kalkıldığında su ile yüzün yıkanması gerekmektedir. Gece uykudan önce, yüzün sabunla yıkanarak temizlenmesi yüz derisi üzerindeki günün kirini arındırır. Cildin doğal kimyasal yapısına uygun sabunlar yüz temizliği için tercih edilmelidir.

Çoğu zaman görme keskinliğinin kaybedildiği farkedilmeyebilir. Bu nedenle düzenli aralıklarla göz muayenesi yaptırılmalıdır. Görme bozukluğu olanların gözlük yerine kontakt lens kullanması oldukça yaygındır. Kontakt lens kullanımında temizlik çok büyük önem taşımaktadır. Bu temizliğe ilk gün nasıl uyuluyorsa kontakt lens kullanıldığı sürece de aynı titizlikle uyulması gerekmektedir.

Bazen güzelliği daha belirgin hale getirmek için başta göz çevresi ve kirpikler olmak üzere makyaj amacıyla yüze sürülen çeşitli maddeler kullanmaktadır. Makyaj yapılıyorsa her akşam yatmadan önce göz çevresinde ve yüzde kullanılan makyaj artıkları uygun krem ve solüsyonlar kullanılarak ya da su ve sabunla temizlenmelidir.

Kulak temizliğinde kulak arkasının temizliği unutulmamalıdır. Kulak içine herhangi bir cisim sokulmamalıdır. Dış kulak yolunun zedelenmesi tehlikeli iltihaplanmalara neden olabilir.

Kulağa küpe takarken bunun kulakta allerji yapabileceği bilinmelidir. Bu nedenle kullanılacak küpelerin allerji yapma özelliği çok az olan altın ya da gümüşten yapılanları tercih edilmelidir.

Klipsi olmayan küpe kullananlar kulak memesinde delik açtırmaktadırlar. Ayrıca kulak memesine delik açılırken tek kullanımlık aletler kullanılmadığı taktirde bugün için çok yaygın hale gelmiş kan yolu ile bulaşabilen sarılık (hepatit B), AIDS (HIV) gibi, mikropların yol açtığı hastalıklara yakalanma tehlikesi vardır. Doğal olarak bu riskler kulak gibi vücudun başka yerlerine de takılan cildi delici takıların ve işlemlerin (dövme gibi) tümü için geçerlidir.

SAÇ TEMİZLİĞİ VE BAKIMI

Saçlar da baş derisinde bulunan kıl köklerinden uzayarak büyüyen kıllardır. Kıl köklerindeki bezlerden salgılanan maddeler yağlı yapıdadır.

Sağlıklı saçlara sahip olmak için düzenli biçimde yıkanmak gerekmektedir. Saçların fırçalanması dökülen saçlar, kir ve tozları uzaklaştırıcı işlev görmektedir. Normal bir saçın haftada en az bir ya da iki kez yıkanması gerekmektedir. Yağlı saçlar ise daha sık yıkanmalıdır. Saçlar temiz su ile iyice durulandıktan sonra kurutulmadan önce nazik bir biçimde taranmalıdır. Saçların kurulanmasında yumuşak bir havlu kullanılmalıdır. Saçlar elektrikli kurutucularla kurutulabilir. Ancak kurutucunun saça çok yakın tutulmaması gerekmektedir. Bu durumda saçlı deri ve saçlar fazla sıcaktan olumsuz etkilenebilirler.

Saçların yıkanması için kullanılan sabunların ve şampuanların esasını kolay çözünebilir özellikteki yağ eritici bir madde oluşturur. Piyasada bulunan şampuanlarda kullanılan bazı maddeler allerjik reaksiyonlara neden olabilir. Bu nedenle şampuan seçiminde, niteliği bilinmeyen maddelerden kaçınılmalıdır.

Saç diplerinde kepek varsa, sık sık çok sıcak olmayan su ve sabunla yıkamak yararlı olabilir. Saçlar bol su ile iyice durulandıktan sonra da kepeklenme önlenemiyorsa bir sağlık kuruluşuna danışılmalıdır. Saç temizliğinde kişisel olarak kullanılan fırça ve taraklar sık aralıklarla sıcak sabunlu su ile yıkanmalı ve durulanmalıdır. Sağlık yararı dışında saçların temizlik ve düzeni, insanlar arasındaki ilişkilerde ve kendini iyi hissetmede etkisi olan olumlu dış görünüş açısından da önemlidir.

EL VE TIRNAK TEMİZLİĞİ VE BAKIMI

Günlük yaşamda en fazla kirlenen organların başında eller gelmektedir. Kirli yüzeylere sürtünen ve dokunan ellerin yıkanmadıkları sürece birer mikrop barınağı olmaya başladığı bilinmelidir. Bu nedenle ellerin düzenli olarak yıkanması gerekmektedir. Her ortamda eller akar su altında sabunla, el sırtı, avuç içi ve parmak araları köpüklerle kaplanıp 15 saniye ovuşturularak (yavaşça 15´e kadar sayarak bu süre belirlenebilir) yıkanmalı, durulanmalı, başkası tarafından kullanılmamış havlu, kağıt havlu ya da kağıt mendille kurulanmalıdır. Kurulama olanağı yoksa elleri bir yere sürmek yerine havada kendiliğinden kurumasını sağlamak en doğru davranıştır. Su ve sabun bulunmayan yerlerde el temizliği hazır ıslak temizlik mendiliyle yapılabilir.

Eller ne zaman yıkanmalıdır?

Eller yemeklerden önce ve sonra,yemek hazırlamadan önce ve sonra,diş, ağız, yüz, göz temizliği yapmadan önce,tuvalet gereksiniminin giderilmesinden önce ve sonra,kirli, tozlu bir işi tamamladıktan sonra, dışarıdan eve ve işe geldikten sonra hasta olan bir kişiyi ziyaretten sonra mutlaka yıkanmalıdır.

Tırnağın etten ayrıldıktan sonraki bölümünün altında kir ve yağ kolayca birikir. Ayrıca burada mikroplar barınabilir, bağırsak parazitlerinin yumurtaları da bulunabilir. Tırnakların düzenli kesilmesi, banyo yaparken de tırnak fırçası ile fırçalanarak temizlenmesi gerekir. Tırnak yemek, bu nedenle de sağlığa zararlı bir alışkanlıktır. El tırnakları yarım ay biçiminde, ayak tırnakları ise düz olarak kesilir. Ayak tırnaklarının yarım ay biçiminde kesilmesi tırnak batmalarına neden olabilir.

BANYO YAPMA

Mümkün olduğunca sık yıkanmak gerekir. Özellikle deri yüzeyinde bulunan mikropların, yığılan kirlerin, ter ve diğer bileşiklerin uzaklaştırılması ve dökülen yüzeysel hücrelerin atılması için de bu uygulama gereklidir. Yıkanma, su ve sabun kullanarak derinin ovulması ve kirin akıtılmasıdır. Ter, yağ, diğer deri bezleri salgıları, deri üzerindeki mikroplar, deri döküntüleri, toz, çamur vb. birleşerek kir denilen tabakayı meydana getirir. Kirli ortamda çalışan kişilerde zararlı bir takım maddeler vücuda bulaşabilir. Vücuda bulaşan her tür zararlı kimyasal madde banyo ile hemen deriden uzaklaştırılmalıdır.

Her banyodan sonra iç çamaşırları ve giysiler değiştirilmelidir. Çeşitli nedenlerle banyo yapılamadığı durumlarda da iç çamaşırlarının sık olarak değiştirilmesi gerekmektedir. Spor ve aşırı yorucu işler yaparak fazla terlenildiği durumlarda mutlaka banyo yapılmalı ve iç çamaşırları değiştirilmelidir.

CİNSEL BÖLGENİN TEMİZLİĞİ

Ergenlik dönemiyle birlikte kızlar ve erkeklerde üreme organlarında bazı değişiklikler olmaya başlar. Önce kısa ve ince olan tüyler daha sonra kalınlaşmaya, sertleşmeye ve kıvrılmaya başlar. Erkeklerde cinsel organ etrafında olan kıllanmanın ardından koltuk altlarında, göğüste, yüzde bıyık ve sakal tarzında kıllanma da başlar. Kızlarda da dış üreme organlarında ve koltuk altlarında kıllanma başlar. Bu dönemden itibaren vücut temizliğinde banyo yapma dışında üreme organ temizliğine özel olarak önem vermek gerekmektedir. Kıllı deride ter bezleri çok daha fazla sayıdadır. Bu nedenle terleme ve terleme sonrasında koku çok daha rahatsız edici olabilir. Bunun yanı sıra terlemeden dolayı kirlenme ve cildimizde mikropların yerleşmesi çok daha kolay olmaktadır.

ADET DÖNEMİNDE TEMİZLİK VE BAKIM NASIL YAPILMALIDIR?

Adet kanaması yaklaşık ayda bir defa vajinadan gelen bir kanamadır. Normalde 21-35 günde bir adet görme olabilir. Kanama süresi ise 3-7 gün arasında değişir. Adetin başlaması sırasında hafif bir karın ve kasık ağrısı, uyku hali, yorgunluk, halsizlik ve sinirlilik olabilir. İlk gün ağrı biraz daha fazla, kanama ise koyu renklidir. Daha sonra miktar giderek artar. Bir kaç gün içinde kanama azalır ve renginin açıldığı dikkat çeker.

Adet döneminde kadın üreme organlarından rahmin iç duvarını kaplayan ince doku atılmakta olup, bu doku mikropların çok sevdiği bir ortam özelliğini taşımaktadır. Bu nedenle ayakta ya da başkaları tarafından kullanılmayan temiz bir taburede oturarak yıkanma önerilir.Eğer sık olarak banyo yapma olanağı yoksa, adet döneminde dış üreme organlarının özel olarak temizlenmesi gerekmektedir, çünkü adet sırasında rahimden gelen kan kullanılan pet ile dış üreme organları arasında birikmektedir. Dış üreme organları derisi üzerinde biriken bu kan artıkları yine mikropların yerleşmesi ve üremesi için oldukça uygun bir ortam oluşturmaktadır. Cilt üzerinde doğal olarak bulunan mikroorganizmalar vardır. Cilt temizliğine dikkat edilmediği zaman bu mikroplar cildimize zarar verecek şekilde üremeye başlar. Bunun yanı sıra bu bölgede idrar yolu çıkışı bulunmaktadır ve bağırsakların çıkışına da yakındır. Bağırsaklardan atılan dışkı içinde çok sayıda mikrop vardır, tuvalet sonrası temizlik, dışkının ön tarafa bulaşmasını önlemek için önden arkaya doğru yapılır. Aksi halde (arkadan öne doğru) mikroplar kolaylıkla bu bölgeye bulaşabilir. Dış üreme organlarına gelen bu mikroplar yalnızca burada yerleşmekle kalmaz, bu bölgeden içeriye doğru rahatlıkla giderek iç üreme organlarında ve idrar yollarında da iltihap oluşmasına neden olabilirler.

Adet döneminde dış üreme organlarının temizliğinin yanı sıra kullanılan pedlerin temizliğine de dikkat edilmesi gerekmektedir. Ellerin önceden sabunlu su ile yıkanmış olması ve pedin dış üreme organlarına temas edecek yüzünün olabildiğince ellenmemesine gayret edilmelidir. Pedler kullanım sonrası küçük torbalara konmalı ya da önerildiği şekilde katlanarak çöp kutusuna atılmalıdır. Pedler suda erimeyen malzemeden olduğu için tuvalete atılmamalı ve kapatılmadan açıkta bırakılmamalıdır.

TUVALET SONRASI BEDEN TEMİZLİĞİ

Sağlıklı bir insanda idrar mikrop içermez, ancak dışkının her milimetre küpünde milyonlarca bakteri bulunur. Bu nedenle özellikle dışkılama sonrası temizliğin özenle yapılması çok önemlidir. Dışkılama sonrası temizlik, daha önce de belirtildiği gibi idrar çıkışı açıklığına ve kadınlarda vajina girişine mikrop bulaştırmamak için mutlaka önden arkaya doğru yapılmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken diğer noktaysa, dışkılama sonrası temizlik yapılırken ellere mikrop bulaştırılmamasıdır. Dışkılama sonrası temizlikte doğrudan eller kullanıldığında kirlilik artmaktadır ve etkili yıkama ile eller tam olarak temizlenmemektedir. Bu nedenle dışkılama sonrasında ilk temizliğin, gözle görünür bir kirlilik kalmayıncaya kadar her seferinde kuru temiz tuvalet kağıdıyla, daha sonra yine el değdirilmeden fışkıran suyla ya da ıslatılmış kağıtla yapılması ve bölgenin tuvalet kağıdı ile kurulanarak temizliğin bitirilmesi en uygunudur.

KİŞİSEL TUVALET TEMİZLİĞİ NASIL OMALIDIR?

Tuvalet ihtiyacımızı giderdikten sonra, makat bölgesi önce tuvalet kağıdı ile silinmeli, su ile yıkanmalı ve tekrar tuvalet kağıdı ile kurulanmalıdır. Tuvalet temizliğinde kullanılacak malzemelerin bir kere kullanılıp atılacak olması sağlığımız açısından çok önemlidir. Tuvaletten çıkarken tuvaleti temiz bırakmalı ve sifonu çekmeliyiz.

AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI

Ağız sindirim kanalının girişidir. Ağızdaki olumsuzluklar diş sağlığının bozulmasına, sindirimin olumsuz etkilenmesine yol açar. Ağızla aldığımız yiyecekler çiğnenip, tükürükle karıştırılarak yutulmaya ve sindirime hazır hale getirilirler. Ağız aynı zamanda konuşmaya yardım eder. Tat alma organı olan dilin; çiğneme, yutma, konuşma gibi çok önemli yan görevleri de bulunmaktadır.

Dişlerin besinlerin parçalanması, öğütülmesi görevlerinin yanı sıra konuşmada ve görünümümüzde önemli etkileri vardır. Dişleri eksilmiş kişilerin bazı sesleri çıkarabilmeleri zorlaşır, çiğnemede ve/veya ısırmada da zorluk olur. Ağız ve diş sağlığında en önemli iki hastalık diş çürükleri ve diş eti iltihaplanmalarıdır. Diş eti hastalıkları kimi zaman diş yuvasının bulunduğu çene kemiğinin erimesine kadar ilerleyen bir etki yapabilir. Diş sağlığının bozulması vücuttaki diğer organları da etkileyebilir. Dişler neredeyse bütün sistemleri olumsuz etkileyen sürekli enfeksiyon odağı haline gelebilir ve kalp, böbrek, eklemler vb. yapılarda önemli sağlık sorunlarına yol açabilen enfeksiyonlara kaynaklık edebilir.

Aşırı asitli ve şekerli yiyecekler mikroorganizmaların etkisini artırır. Dişler sert cisimlerle karıştırılmamalı, fındık, ceviz vb. kabuklu yiyecekler dişlerle kırılmamalıdır. Bunlar diş minesinin çatlamasına ve bakterilerin etkisinin artmasına neden olur. Diş minesinin koruyucu etkisi ortadan kalkar. Diş hastalıkları ve diş sağlığının korunması açısından erken tanı çok önemlidir. Bu nedenle yılda en az iki kez diş hekimine muayene olunması önerilir. Diş çürümelerinin önlenmesinde sularda yeterli flor olması, düzenli olarak dişlerin fırçalanması, diş ipi kullanılması, aşırı tatlı ve şekerli yiyeceklerden olabildiğince kaçınma bunlar yendiğinde mutlaka dişlerin fırçalanması, diş hekimi kontrollerine gidilmesi temel uygulamalardır. Diş eti hastalıklarının önlenmesinde de diş fırçalama ve düzenli diş hekimi kontrolleri önemlidir.

AYAK TEMİZLİĞİ

Ayaklar her gün çorap ve ayakkabı içerisinde terlediğinden düzenli olarak yıkanmalıdırlar. Yıkanma işlemi yapılmaz ise çevreyi rahatsız edecek kokular, daha sonra da ayak sağlığını bozabilecek nasır gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Ayaklar düzenli olarak yıkanmalı, her yıkamadan sonra parmak araları havlu hatta saç kurutma aracı ile iyice kurutularak mantar enfeksiyonları için ortam oluşması önlenmelidir. Ayak havluları ellerin kurulanmasında kullanılmamalıdır.

Ayak sağlığı ve temizliği için kullanılan çorap ve ayakkabı da önemlidir. Özellikle çorapların pamuklu olması ayak sağlığı için tercih nedenidir. Çorapların temiz olması ve günlük olarak değiştirilmesi gerekmektedir.

 


Bugün 4 ziyaretçi (14 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol